Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali

7162


TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI AV.V.AHSEN COŞAR’IN, İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ TARAFINDAN 23-30 EYLÜL 2011 TARİHLERİ ARASINDA DÜZENLENEN “ULUSLARARASI SUÇ VE CEZA FİLM FESTİVALİ”NİN AÇILIŞINDA YAPTIĞI KONUŞMA


İstanbul Hukuk Fakültesi’nin Sayın Dekanı, 

Sayın Konuklar,

Değerli Meslektaşlarım,

Sevgili Öğrenciler,

Sizleri Türkiye Barolar Birliği adına, yönetim kurulu üyesi arkadaşlarım adına, kendi adıma sevgi ve saygıyla selamlıyor, mezun olduğum fakültede ve sizlerle birlikte olmaktan duyduğum mutluluğu özellikle bilmenizi istiyorum.  

Suç ve Ceza ile ilgili filmleri konu alan bir film festivali, sanıyorum Türkiye’de ve bir Hukuk Fakültesi tarafından ilk kez düzenleniyor. Bu ilkin gerçekleştirilmesinden, festivalde gösterilecek filmlerin ana temasının “darbeler” olarak seçilmesinden, askeri darbe ve antidemokratik ara rejim dönemleriyle adalete ilişkin filmlere yer verilmesinden dolayı başta İstanbul Üniversitesi’nin dekanı Sayın Adem Sözüer’i ve düzenlemede payı, emeği, katkısı olan herkesi kutluyorum.

Bugün bu etkinliğin yapıldığı İstanbul Üniversitesi ve bu tarihi bina, Osmanlı İmparatorluğu döneminde İttihat ve Terakki’nin hükümet darbesine, Cumhuriyet döneminde 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerine, 12 Mart Muhtırasına, 28 Şubat sürecine tanıklık etmiş, daha da ötesi bütün bu hukuk dışı oluşumların kimi zaman fikri yönden, kimi zaman da fiilen içinde olmuştur. O nedenle bu etkinlik bu yönüyle de anlamlıdır. Etkinliğe kattıkları bu anlam nedeniyle de sevgili Adem Hoca’yı ve ekibini kutluyorum.

Değerli Konuklar, 

Hayatın bir eleştirisi olan sanat, aslında biz avukatlara yabancı olan bir uğraş ve meslek değildir. Zira savunma mesleği özünde bir sanat olmakla, avukat olarak bizlerin yaptığı da bir anlamda sanattır.

Usta sanatçı Sayın Tamer Levent’in özlü anlatımı ile “sanat bir işin adı değil, bir işin yapılmasında gösterilen özen felsefesinin adıdır. Bu felsefe etikten, estetikten ve adaletten ibarettir. Adalet sanat felsefesinin vazgeçilmez unsurudur.

Sadece sanat felsefesinin değil hukuk felsefesinin de temel öğesi olan adalet kuşkusuz her yerde aranır, adalete hayatın her alanında gereksinim duyulur, ama adalete en fazla gereksinim duyulan yer sanırım hukuktur ve özellikle özgürlüğü kısıtlaması yönünden ceza adaletidir. Bu bağlamda, adaletin en fazla mahkeme salonlarında ve yargılama faaliyeti içerisinde bulunması gerekir. Öyle midir? Tam olarak olmasa da evet öyledir. Eksiği ile fazlası ile adalet, en fazla mahkeme salonlarında dağıtılır.   

Ama adaletin tam olarak dağıtıldığı, hep dağıtıldığı, kötülerin ve suçluların mutlak olarak cezalandırıldığı bir yer daha var. Neresi mi? Şiirimizin usta ismi Behçet Necatigil’e göre adaletin olduğu yer, hak, hukuk dağıtma yeri  “Kovboy Filmleri”dir.

İzninizle sizlere üstadın bu şiirini okumak istiyorum.   

Ucuz sinemalara giderim,
Cebimde fazla para oldukta
Otururum koltukta.
Kovboy filmlerine biterim:
Kızı hesaba katma,
Artistler yalnız erkek.
Şarkı, çalgı, gürültü,
Kavga, yumruk, tabanca,
Yaşa, vur, kır sesleri,
Çın çın öter salonda.
Sahneler basitmiş, basit.
İncelik yokmuş, yok!
Kötüler ceza yer en sonda.
Adalet var, iş onda!

Hak, hukuk dağıtma yeri,
Kovboy filmleri.


Sizler ne dersiniz bilmiyorum ama Behçet Necatigil pek de haksız değil.

Gerçekten adaletin eksiksiz uygulandığı, hak ve hukukun tam olarak dağıtıldığı yer Kovboy Filmleridir. Umarım festivalde bunlardan birkaçını izleme olanağı olur.

Değerli Konuklar,

J.Locke gibi, J.Madison gibi F.Hayek gibi, liberal demokrasinin önde gelen kuramcılarından olan bilim ve siyaset felsefecisi K.Popper’ in, başta faşizm ve komünizm olmak üzere özgürlükçü demokratik düzenin karşısında olan ideolojilerin acımasız bir değerlendirmesini ve eleştirisini yaptığı ‘Açık Toplum ve Düşmanları’ isimli özgün eserinin Platon’un Büyüsü başlıklı bölümünün hemen önünde yer alan iki özlü söz var. Bunlardan birisi Atinalı Perikles’e, diğeri Platon ’a ait.

Bunlardan Popper ’in açık toplumdan yana olduğuna işaret ettiği Perikles, ‘Bir politikayı ancak birkaç kişi ortaya koyabilir, ama hepimiz onu yargılayacak yetenekteyiz’ derken, Perikles’ten yaklaşık 80 yıl sonra yaşayan açık toplum düşmanı Platon, ‘İlkelerin en büyüğü, erkek-kadın hiç kimsenin öndersiz kalmamasıdır. Kimsenin aklı kendi girişkenliği ile iş becermeye alışmamalıdır : İster gayretkeşlikten gelsin, ister oyun olsun diye. Savaşta da, barışta da herkes gözünü önderine dikmeli ve sadakatle onun ardından gitmelidir. En küçük işlerde bile herkes önderini izlemelidir. Ancak önderi öyle buyurduğunda kalkmalı, yürümeli, yıkanmalı, yemelidir. Bir sözcüklükle, herkes, kendi ruhunu, bağımsız hareket etmeyi hayal edemeyecek ve böyle hareket etmek yeteneğini büsbütün yitirecek biçimde alıştırarak eğitmelidir.’ demektedir.   

Perikles ve Platon’ un az yukarıda ifade ettiğim sözleri, hepimizin her gün katkı yapması gereken demokrasi kavramına ve kurumuna inanan ve inanmayan birbirine zıt iki ayrı yaklaşımı açık ve çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.

Öyle ki, açık toplumdan yana olan Perikles’ in yaklaşımında, yönetimde söz sahibi olan birden çok kişi, yani halk, yani demokrasi olmasına karşın, açık topluma düşman olan Platon’un anlayışında, hikmetinden sual olunmaz bir lider ile ona kayıtsız şartsız tabi ve teslim olan bir sürü ve dolayısıyla totaliter bir yönetim biçimi vardır.

Amin Maalouf, ‘Yüzüncü Ad‘  isimli romanında, halka çeki düzen vermenin peşinde olan, tek doğru etrafında halkı biçimlendirmeyi amaçlayan, demokrasi ve açık toplum düşmanı Platon’cu toplum mühendisliği anlayışını : ‘Senin için iyi olan, başkaları için de iyidir; gerçek senin elindeyse, yolunu yitirmiş koyunları doğru yola getirmen gerekir, hangi yolla olursa olsun’ sözleri ile metaforik biçimde ifade eder.

Amin Maalouf’un kullandığı bu metafor, Michel Foucalt’ın iktidar teknolojisinin gelişiminde önemli bir yere sahip olduğunu ifade ettiği ve özellikle İbraniler tarafından geliştirilen pastoral iktidar, yani halkın yararına olan iktidar geleneğinin bir türü olan çoban-kral anlayışına dayanır.

Prof.Dr.Sayın Zühtü Aslan’ın ifade ve işaret ettiği üzere, pastoral iktidarda, çoban-kral kendisine Tanrı tarafından emanet edilen sürünün esenliğinden sorumludur. Burada sürüden ayrılanları takip edip doğru yola getirmek, yani yeniden sürüye katmak, yola getiremediklerini ise yok etmek çoban kralın asli görevidir.

Modern dönemlerde de çoban-kral rolünü üstlenen siyasal seçkinler, yoldan çıkanları doğru yola getirmek için, kimi zaman beyin yıkama ve propaganda gibi yöntemleri, kimi zaman şiddet yöntemini, kimi zaman da her iki yöntemi birlikte kullanırlar. Ve bütün bunları yapabilmek için de darbe yaparlar.    

Bu bağlamda ifade ve işaret etmek isterim ki, darbe yapanların anlayışı ile Platon’un anlayışı arasında çok fark yoktur. Yine darbe yapanların hareket noktası, tam da Amin Maalouf’un metaforu ile çoban-kral esasına dayalı pastoral iktidar anlayışıdır.

Değerli Misafirler,

Bütün bu ifade ettiklerimin kıssadan hissesi şudur: Darbeler kötüdür, insanların ve toplumun sağlığına zararlıdır. Onun için darbelerden sakınmak gerekir. Herkesin, hepimizin, ama daha çok biz hukukçuların sahip çıkması gereken değerler; hukuktur, hukukun üstünlüğüdür, insan haklarıdır, hepimizin her gün katkı yapması gereken demokrasidir. Demokrasi, darbeler gibi seçkinlerin, vasilerin, çoban-kralların rejimi değil, bizim gibi sıradan insanların rejimidir. Onun için demokrasi hepimizin için iyidir.

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım.

 

Av.V.Ahsen Coşar

Türkiye Barolar Birliği Başkanı