Uluslararası Sempozyum

6359
TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI’NIN, 25-26 EKİM 2011 TARİHLERİNDE İSTANBUL’DA DÜZENLENEN “TÜRK YARGI SİSTEMİNDEKİ REFORMLAR, DÜNDEN BUGÜNE HSYK VE AVRUPA UYGULAMASI İLE MUKAYESE” KONULU ULUSLARARASI SEMPOZYUMUN “YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE TARAFSIZLIĞI İLKELERİ ÇERÇEVESİNDE HSYK’NIN SAVUNMA PERSPEKTİFİNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ” KONULU OTURUMUNDA YAPTIĞI KONUŞMA

Yargıtay’ımızın Değerli Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, Birinci Başkan Vekilleri,  
Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun Sayın Başkanvekili, Daire Başkanları, Üyeleri,
Yargıtay’ımızın ve Danıştay’ımızın Değerli Genel Sekreterleri,
Türkiye Adalet Akademisi’nin Değerli Başkanı,
Değerli Hakim, Savcı, Avukat ve Akademisyen Meslektaşlarım,
Sayın Konuklar,

Sizleri, Türkiye Barolar Birliği adına, kendi adıma sevgi ve saygı ile selamlıyorum.

Bu vesile ile Van ve Erciş’te meydana gelen  depremde hayatını kaybeden –ki iki avukat meslektaşımız da vefat etmiştir – yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı ve sabır diliyorum.   

Değerli Konuklar,

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun daha önceki yapısı, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin Yüksek Kurul üyelerini, Yüksek Kurul üyelerinin de Yargıtay ve Danıştay üyelerini seçtikleri “kapalı bir kast” sistemi idi. Anglo-Saksonların “kooptasyon” dedikleri bu model, yapısı gereği kirlenmeye mahkum idi ve nitekim geçen zaman içerisinde kirlendi.

Geçen yıl yapılan Anayasa değişikliği sonucu, çağ dışı olan, çoğulcu ve demokratik olmayan bu model değiştirildi. Yapılan bu değişiklik olumlu olmakla birlikte, kurulun, yürütme organından hem yapısal, hem işlevsel ve hem de uygulama anlamında bağımsızlığı henüz tam olarak sağlanabilmiş değildir. O nedenle sistem için tehdit niteliği taşıyan Adalet Bakanlığı’nın yeni model üzerindeki etki ve işlevinin ortadan kaldırılması, bunun için de Hakimlerin Bağımsızlığına Dair Avrupa Konseyi Tavsiyesi’nin 1 (2) (C) ilkesi gereğince Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın kurulda yer almamalarını sağlayacak yeni bir düzenleme yapılması gerekmektedir.  

Yine yerinde bir düzenlemeyle Adalet Müfettişleri Yüksek Kurula bağlanmış olmakla birlikte, Yüksek Kurulu temsil ile görevli ve yetkili kılınan Adalet Bakanı’nın, Adalet Müfettişlerini görevlendirme yetkisi ortadan kaldırılmış değildir. Siyasal etkiye son derece açık olan bu durumun düzeltilmesi, bunun için de, eğer Adalet Bakanı’nın kurul üyeliği devam edecek ise, soruşturma açmak yetkisinin Adalet Bakanı’ndan alınarak doğrudan Yüksek Kurula bırakılması gerekir.


Sevgili Meslektaşlarım,

Hepimizin çok iyi bildiği üzere, hakimlik ve savcılık birbirlerinden farklı olan iki ayrı meslektir. Bu durumda, bu mesleklerin özlük işleri ile ilgili ve görevli kurullarının da iki ayrı yapıda örgütlenmesi gerekir.

Yüksek Kurulun, kıta Avrupa’sındaki ve dünyanın diğer demokratik ülkelerindeki oluşum biçimi de bu şekildedir. Örneğin, en son olarak Fransızların anayasalarında 21 Temmuz 2008 tarihinde yaptıkları, ancak uyum yasalarını henüz çıkaramadıkları için yürürlüğe koyamadıkları değişikliğe göre Yüksek Kurulları, Hakimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu olarak iki ayrı yapıda düzenlenmiş, Hakimler Kurulu Başkanlığı Yargıtay Başkanına, Savcılar Kurulu Başkanlığı ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na tevdi edilmiştir.

O nedenle bizim modelimizin de Yüksek Kurulu iki ayrı yapıda düzenleyecek biçimde değiştirilmesi gerekir. Türkiye Barolar Birliği’nin görüşü de bu yöndedir.  

Değerli Konuklar,

Hakim ve savcılarla ilgili nakil ve atama tasarruflarının Yüksek Kurul tarafından hangi esas, ölçü ve standartlara bağlı olarak yapıldığı hususu tam olarak belli değildir. Yine devam eden önemli davalarda savcıların ve hakimlerin görevden alınmaları ile yerlerine yeni atamalar yapılması, bir kısmı hakkında disiplin soruşturması açılması haklı ya da haksız kimi eleştirilere ve spekülasyonlara neden olmaktadır. Dahası iki değerli akademisyen Mithat Sancar ile Eylem Ümit Atılgan tarafından saha araştırmasına dayalı olarak hazırlanan ve TESEV  tarafından yayınlanan “Adalet Biraz Es Geçiliyor…Demokratikleşme Sürecinde Hakimler ve Savcılar” isimli eserde “Hakim ve Savcıların Kabusu: Tayin ve Nakil” başlıklı bölümde yer alan hakim ve savcı anlatımlarından, hakim ve savcıların da bu durumdan endişe duydukları anlaşılmaktadır. O nedenle nakil, atama ve görevden alma konularında rasyonel ve objektif ölçütlerin belirlenmesi gerekmektedir. Yine görevden alma ve disiplin soruşturması açma nedenleri konusunda kamuoyu bilgilendirilmelidir.   

Sevgili Meslektaşlarım,

Türkiye, bir siviller yönetimi olan demokrasinin gereği olarak çok uzun zamandır etkisi altında olduğu askeri vesayetten kurtulmuştur. Hepinizin çok iyi bildiği üzere vesayetin çok değişik türleri vardır. Bunlardan birisi de “juristocracy/judiocracy”, yani “yargıçlar hükümeti”dir. Vesayetin her türü gibi tehlikeli olan bu vesayet eskiye oranla önemli ölçüde azalmıştır. Kuşkusuz bu olumlu bir gelişmedir. Ancak bu gelişme kendi içerisinde bir başka tehlikeyi taşımaktadır. O tehlike, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, Türkiye’nin hukuk ve adalet politikalarını belirlemek gibi bir misyon edinmesidir. Hemen ifade etmek gerekir ki, adalet ve hukuk politikalarını belirlemek Yüksek Kurulun değil, iktidarı, muhalefeti ve parlamentosu ile siyaset kurumunun görevidir. Yüksek Kurulun, hakimlerin ve savcıların yaptıklarından, yapmadıklarından veya yapamadıklarından dolayı halka hesap vermediklerini, hesabı verecek olanın seçimler yoluyla yetkilendirilen siyaset kurumu olduğunu dikkate alması ve bundan sakınması gerekir.

Her ne kadar, Türkiye az yukarıda işaret ettiğimiz çerçevede “yargıçlar hükümeti” sürecini geride bırakmış ise de, “savcılar hükümeti” olma özelliğini daha da ağırlaştırılmış biçimde sürdürmektedir. Bu çerçevede değinmek istediğimiz en önemli husus, gerek özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin, gerekse diğer ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçların soruşturulmasında, soruşturmayı bizzat yürütmesi gereken makam olan Savcılık Makamının, bu görevini büyük ölçüde kolluk güçlerine bırakması, kolluk tarafından hazırlanan fezlekeleri iddianame haline getirmesi, iddianame tekniğine aykırı olarak binlerce sayfalık iddianameler hazırlaması, soruşturmaların aylarca sürmesi, soruşturmanın gizliliği ilkesine uyulmaması ve bütün bunların hak kayıpları ile mağduriyetlere neden olmasıdır.
Bunlar bardağın boş tarafları. Kuşkusuz bardağın dolu yanı da var. O da Yüksek Kurulun bütün bu konulardaki duyarlılığıdır. Bu bağlamda işaret ve ifade etmek gerekir ki, bütün bu olumsuzlukların bilincinde ve farkında olan Yüksek Kurul, fiilen göreve başladığı tarihten bu yana geçen yaklaşık bir yıl içerisinde yayınladığı genelgelerle ve özellikle 18.10.2011 tarihli, 8 nolu, 10 nolu ve 33 nolu genelgelerle, insan hakları ihlalleri ile işkence ve kötü muamele iddialarına, soruşturma usul ve esaslarına, soruşturmaların gizliliği ve basının bilgilendirilmesi konularında savcılara gereken uyarıyı yapmıştır. Bu duyarlılıkları için Yüksek Kurula, yurttaş ve avukat olarak kendi adıma, temsil ettiğim kurum adına teşekkürlerimi huzurlarınızda ifade etmek isterim.  
Değerli Konuklar,

Yargılama faaliyetinin temel aktörleri olan hakim, savcı ve avukat üçlüsü içerisinde bağımsız ve tarafsız olması gereken tek makam hakimlik makamıdır. Savcılık makamı olsun, savunma makamı olsun, her ikisi de taraf konumunda olmakla, bu iki makamın ihtiyaç duyduğu şey sadece bağımsızlıktır. Dolayısıyla her iki makamın da görevlerini bağımsız olarak yapacak biçimde örgütlenmeleri gerekir.

Buna ve adil yargılanma ile silahların eşitliği ilkelerine göre, yargının üç kurucu unsuru arasında olması gereken tarafsızlık, eşitlik ve demokratik işleyişin sağlanması gerekir. Bunun olmaz ise olmazı avukatların, hakimlere ve savcılara eşit muhataplar olarak kabul görmesi ve kendilerine o şekilde muamele edilmesidir.  

Bunun için biçimsel olarak yapılması gereken ilk şey savcılık makamını hakimin yanından, yani kürsüden indirmek, ikinci ise savcıları hakimlerin görev yaptıkları Adliye Binasının dışına çıkarmaktır. Ancak bu suretle adil yargılanma ve silahların eşitliği ilkelerine son derece aykırı bulunan ve hakimin tarafsızlığının sorgulanmasına neden olan hakimler ile savcılar arasındaki aşırı yakın ilişki ortadan kaldırılabilir.

Yine yargılama faaliyetini demokratikleştiren unsurun avukat ve savunma olduğunu, adil yargılanma ilkesi ile yargılama diyalektiğinin bunu gerektirdiğini tüm hakim ve savcılarımızın içselleştirmesi, bu konudaki algı ve kültürlerini değiştirmeleri gerekmektedir.
   
Bu çerçevede işaret etmek istediğimiz bir diğer husus, adliye binalarının savcılar tarafından yönetiliyor olmasıdır. Savcıların iktidar alanının genişlemesine yol açan bu durum, biz avukatlar kadar hakimleri de rahatsız etmektedir. Dahası bu durum, şimdilerde 25 adliyede pilot olarak uygulanmakta olan ve tüm Türkiye genelinde uygulanması amaçlanan Adliye Yönetimi kurumunun özüne ve işlevine aykırı olduğu gibi silahların eşitliği ilkesine de aykırıdır.                

Cumhuriyet savcılarının en başta gelen görevleri; soruşturma işlemini yürütmek, iddianame hazırlamak, kamu davalarına katılmak, ceza mahkemesi kararlarının infazını sağlamaktır. Savcıların asli görevleri olan bu görevlerin dışında başka görevler üstlenmeleri verimliliklerini düşürmekte, başarı ve etkilerini azaltmaktadır. O nedenle savcılık makamını esas olan bu görevlerine iade etmek, bunların dışındaki alanlarda ve konularda yetkilendirmemek gerekir.
       
Sevgili Meslektaşlarım,

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, hakimlerin ve savcıların özlük işlerini yürütmelerinin dışında en önemli görevi, adil yargılanma ilkesinin hakkıyla işlemesini, bu bağlamda adalet hizmetinin etkin, verimli ve hızlı biçimde çalışmasını sağlamak, bunun gerektirdiği önlemleri almaktır. Adil yargılanma ilkesinin hakkıyla uygulanmasını sağlayan adalet aktörlerinden birisi de avukattır. Avukatın bu işlevini yerine getirebilmesi için dosyaya ve delillere herhangi bir engel ve engelleme ile karşılaşmaksızın erişmesi, duruşmada savunma görevini engellenmeden yapması gerekir.

Bu bağlamda işaret etmek istediğimiz önemli bir husus, kimi ceza davalarında hakimlerimizin avukat meslektaşlarımızı duruşma salonundan çıkarmaları, bu konuda bazen de jandarmayı devreye sokmalarıdır. Her ne kadar yapılan bu işlemlerin CMK.nun 203/2 ve 252/f maddelerinde yeri ve yasal dayanağı var ise de, son derece incitici olan, dahası savunma hakkını engelleyen bu uygulamayı kabul etmek, olağan ve adil yargılanma ilkesine uygun bulmak mümkün değildir.

Dileğimiz, Yüksek Kurulun bu konuda gerekli hassasiyeti göstermesidir. Bir diğer husus, Yüksek Kurulun da desteği ile başta adil yargılanma olmak üzere evrensel hukuk ilkelerine aykırı olan CMK.daki bu düzenlemenin değiştirilmesi ve CMK ile HMK arasındaki çelişkinin giderilerek yeknesaklığın sağlanmasıdır.

Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg’in Türkiye ile ilgili raporunda işaret ettiği üzere, yargı erkinin yargılama yaklaşımında esaslı değişikliğe ihtiyaç vardır. Bu bağlamda bir kısım savcıların ve hakimlerin özellikle basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, tutuklama konularındaki argümanlarını gözden geçirmeleri, bu konulardaki algı ve zihniyetlerini değiştirmeleri, bunun için de başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları olmak üzere Avrupa Hukuk normlarını referans alma, bunları içselleştirme yönündeki kültürlerini geliştirmeleri gerekir. Kuşkusuz bu konuda en büyük görev Yüksek Kurula düşmektedir. O nedenle Yüksek Kurulun hakim ve savcıların eğitilmelerine özel bir önem vermesi gerekir.  
        
Eleştiri konusu yaptığımız bütün bu hususlardan elbette ve tek başına Yüksek Kurul sorumlu değildir. Dahası bütün bunlar Yüksek Kurulun fiilen göreve geldiği tarihten bu yana geçen bir yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde değiştirilebilecek aksaklıklar da değildir. Bunların değişmesi hakim ve savcı kültürünün değişmesine bağlıdır. Bu da zaman içerisinde olacaktır. Zamanı kısaltacak ve bu yanlış kültürü değiştirecek olan ise kuşkusuz Yüksek Kuruldur.

Bu bağlamda işaret ve ifade etmek gerekir ki, Yüksek Kurul, gerek bu kültürü değiştirme, gerekse yargının etkinliğini ve verimliliğini artırma konusunda yoğun bir çaba içerisindedir. Yüksek Kurulun, Türkiye Adalet Akademisi ile birlikte 12–14 Eylül 2011 tarihleri arasında 134 Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısı ve 8 ilin CMK 250. madde İle Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcı Vekillerinin katılımı ile düzenlediği “Türkiye’de Yakalama ve Gözaltı Uygulamalarından Doğan Sorunlar ile Yargının Hızlandırılması Etkinlik ve Verimliliğinin Artırılması” konulu sempozyum, 8 il Baro Başkanı’nın katılımı ile düzenlediği “Yargıda Durum Analizi Toplantılarının Değerlendirilmesi” konulu etkinlik, dün başlayıp bugün de devam eden bu sempozyum Yüksek Kurulun bu konudaki içten çabalarına verilebilecek olumlu örneklerdir.    

Barolar olarak bizim çok alışık olmadığımız, yabancısı olduğumuz ama çok da olumlu bulduğumuz bir diğer husus, Yüksek Kurulun Türkiye’nin değişik bölgelerinde hakim ve savcılarla yaptığı “Yargıda Durum Analizi” konulu toplantılara Baro Başkanları’nı da davet etmiş olmasıdır.

Dileğimiz, kimi önyargıları gidermeye, birlikte çalışma kültürünü geliştirmeye ve güçlendirmeye yarayan bu ve benzeri buluşmaların artarak devam etmesidir.   

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım.  
      
Av.V.Ahsen Coşar
Türkiye Barolar Birliği Başkanı