TÜRK - ALMAN AVUKATLAR KONFERANSI

7288

GÜÇLÜ AVUKAT, GÜÇLÜ HUKUK DEVLETİ

Türkiye Barolar Birliği ile Alman Barolar Birliği tarafından, “Bir Hukuk Devletinde Avukatın Rolü” alt başlığıyla düzenlenen Türk - Alman Avukatlar Konferansı 10 Eylül 2014 tarihinde Türkiye Barolar Birliği’nin ev sahipliğinde gerçekleştirildi.

Açış konuşmalarının Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, Alman Barolar Birliği Başkan Yardımcısı ve Freiburg Barosu Başkanı Av. Dr. Michael Krenzler, CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan ve HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş’ın yaptığı konferansta güçlü avukat, güçlü hukuk devleti vurgusu yapıldı.

Konferansa baro başkanlarının ve avukatların yanı sıra Arnavutluk Barolar Birliği, Azerbaycan Barolar Birliği, Bosna Hersek Barolar Birliği, Gürcistan Barolar Birliği, Kıbrıs Türk Barolar Birliği, Kırgızistan Barolar Birliği, Kosova Barolar Birliği, Makedonya Barolar Birliği, Orta Asya Memleketleri Avukatlar Birliği ve Kazakistan Barolar Birliği temsilcileri katıldı.

Oturumlar geçmeden önce, “Adalet Sisteminde Avukatın Rolü” başlıklı giriş bölümünde Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Avukat Prof. Dr. Köksal Bayraktar ile İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Burcuoğlu birer konuşma yaptılar.

Başkanlığını Ankara Barosu Başkanı Av. Sema Aksoy’un yaptığı, “Çağdaş Demokrasilerde Olmazsa Olmaz Olarak Güçlü ve Bağımsız Avukatlık” başlıklı birinci oturumda Alman Barolar Birliği Başkan Yardımcısı ve Freiburg Barosu Başkanı Av. Dr. Michael Krenzler, Yargıtay 4. Ceza Dairesi Üyesi Doç. Dr. İbrahim Şahbaz, Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Çağlar Özel ile İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Avukat Prof. Dr. Erdener Yurtcan konuşmacı olarak yer aldılar.

“Devletin Güvenlik ve Suçluyu Cezalandırma İhtiyacı - Avukatın Sır Saklama Yükümlülüğü” başlıklı ikinci oturumun başkanlığını İstanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal yaptı. İkinci oturumda, Hamm Barosu Başkanı Av. Dr. Hans Ulrich Wessels, Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Dr. Alparslan Altan, İstanbul Barosu önceki başkanlarından Av. Turgut Kazan ile Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feridun Yenisey görüşlerini dile getirdiler.

Başkanlığını Türkiye Barolar Birliği Genel Sekreteri Av. İzzet Güneş Gürseler’in yaptığı “Adalete Erişimin Sağlamnasında Avukatın Rolü ve Görevi” başlıklı son oturumda ise Alman Barolar Birliği Başkan Yardımcısı ve Münih Barosu Başkanı Av. Dr. Hansjoerg Staehle, Danıştay 15. Daire Üyesi Dr. Tacettin Şimşek, Gediz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhammet Özekes ve Yaşar Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meral Sungurtekin Özkan birer sunum yaptılar.

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu açış konuşmasında, hukukun üstünlüğünün olmadığı bir sistemde avukatın etkin bir rolünün olamayacağının altını çizdi. Bütün sorunların temelinde yer alan sorunun hukukun üstünlüğü olduğunu söyleyen Feyzioğlu şöyle konuştu:

Bu toplantının üst başlığı Türk ve Alman Avukatlar Konferansı. Alt başlık ise konferansın önemini açıklıyor: Bir Hukuk Devletinde Avukatın Rolü.
Esasen avukatın sistem içinde herhangi bir rolünün olabilmesi için o devlette hukukun üstün olması gerekiyor. Hukukun üstünlüğünün olmadığı bir sistemde avukatın etkin bir rolünün olması beklenemez.

Şu halde bizim kök sorunumuz, bütün sorunlarımızın özünde, temelinde yer alan sorun hukukun üstünlüğünün sağlanmasıdır. Türkiye Barolar Birliği’nin, baroların ve Türkiye’de kenetlenmiş olan bütün avukatların yürüttüğü hukukun üstünlüğü mücadelesi esasen bizim en önemli mesleki sorunumuzun çözümüne ilişkin bir mücadeledir.

Her devlette uyuşmazlıkları çözen makamlar ve suç işlemekle itham edilenleri suçlayan kişiler resmi görevliler mutlaka vardır. Ancak yalnız demokratik hukuk devletlerinde etkin ve bağımsız savunmadan söz edilebilir. Eğer bir devlet demokratik hukuk devleti değilse biliniz ki orada savunma bağımsız değildir, etkin değildir, sistemin gerçek anlamda kurucu unsuru değildir.

Hukukun üstünlüğünün sağlanması mücadelemizde karşımızdaki büyük sorunu tek bir kelimeyle ortaya koymak mümkündür; keyfilik. Yasama ve yürütme organlarının keyfiliği, hâkim ve savcıların keyfiliği. Yani hukuk kuralları dışına çıkarak, hukukun artık evrenselleşmiş ilkeleri dışına çıkarak ‘ben yaptım oldu’ zihniyetiyle güçlünün hukukunu yazmak. Güce sahip olanın kendi hukukunu, kendi kuralını kendisi için dayatması. İşte bu keyfiliktir. Dolayısıyla bizim yürüttüğümüz mücadele siyasi iktidarın keyfiliğine karşıdır, yasama organının keyfiliğine karşıdır, idarenin memurlarının keyfiliğine karşıdır ve avukatı sistemden dışlamak isteyen bir kısım hâkim ve savcının keyfiliğine karşıdır. Oysa avukatları dışlayan, yok sayan siyasi iktidarlar kendi meşruiyetlerini de inkâr noktasına gelirler. Şöyle ki; sistem içinde yurttaşı, bireyi kamu adına suçlayan savcı vardır, bireyi yargılayan hâkim vardır, bir de bireyi savunan avukat vardır. Eğer bir siyasi iktidar avukatı yok saymaya başlarsa meşruiyetinin yegâne dayanağı olan yurttaşı ve yurttaşlığı dışlamış olur. Belirli bir süre sahip olduğu geçici çoğunluğa dayanarak baskı ve zulüm yapabilir böyle bir siyasi iktidar. Ancak çoğulculuktan uzaklaşan demokratik meşruiyetini kaybeder ve demokratik meşruiyetini kaybeden siyasi iktidarlar baskı ve zulme kayarlar. Dünya tarihi baskı ve zulmü yöntem olarak benimseyen bütün güçlerin eninde sonunda mağlup olduğu süreçlerin tarihidir. Çünkü her zaman ama her zaman sonuçta özgürlük kazanır. Özgürlükten başka insanın doğasına bu kadar uygun olan başka bir kavram az bulunur. İnsan doğasına aykırı olan her rejim sonunda değişir, her iktidar sonunda gider.

Öte yandan avukatı lüzumsuz, gereksiz, engel olarak gören hâkim ve savcılar bilsinler ki aslında kendi mesleklerini ve varlık sebeplerini inkâr halindedirler. Çünkü binlerce yıllık uygarlık tarihinin bize verdiği ders; ancak iddia, savunma ve yargılama üçlüsünün ortak faaliyetiyle gerçeğe ulaşılabileceği gerçeğidir. Bu üçlüden avukatı sistem dışına çıkardığınızda iddia edenle yargılayan bir ve aynı hale gelir ve dolayısıyla sistem ya iktidarların baskı mekanizmasına ya da yargılayanların oluşturduğu bir hâkimler hükümetine dönüşür. Şu halde avukatı dışlayan bir hâkim ve savcı, gerçeği bulma görevinden, suçluyu suçsuzdan, haklıyı haksızdan, doğruyu yanlıştan ayırma görevinden vazgeçmiştir. Dediğim gibi Türkiye’de sorun keyfiliktir, bu görevleri ilgili herkese bıkmadan hatırlatmak ve bunun için mücadele etmek de bizim görevimizdir.

Bugünkü toplantımız dünyada hukuk devletine, yargıya ve özelde avukatlığa ilişkin sorunların ve çözümlerin tartışılacağı son derece önemli bir toplantı. Sözlerimi noktalarken buradaki tüm dostlarımızdan, tüm misafirlerimizden bir hususta Türkiye’ye yardımcı olmalarını talep ediyorum. Türkiye’nin önünde bir Avrupa Birliği’ne üyelik ideali vardır. Bu ideal çerçevesinde hukuk devletine ve yargıya ilişkin fasıllarda Avrupa Birliği ile tarama sürecinin hala başlatılmamış olması doğrudan doğruya Avrupa idealine zarar vermektedir. Avrupa Birliği’nin bu noktada bir karar vermesi gerekmektedir. Bu Türkiye’yi üyeliğe alıp almamak noktasında talep ettiğimiz bir karar değildir. Avrupa Birliği yakın gelecekte sınırlarında demokratik, özgürlüklerin hakim olduğu bir Türkiye mi istemektedir yoksa baskının egemen olduğu otoriter, totaliter, geçici çoğunluğunu zulüm aracına dönüştürmüş bir iktidar tarafından yönetilen bir Türkiye mi istemektedir. Şu halde tarama sürecinin başlatılarak Türkiye’nin hukuk devletinin ve yargısının Kopenhag Kriterlerine uygun hale getirilmesi sadece Türkiye’nin sorunu değil, Avrupa’nın en önemli sorunudur. Bu itibarla, tam üyelik sürecini engelleme adına bu fasılların da taranmasının engellenmesi kanaatimde akla ve mantığa uygun değildir. Bu noktada özellikle Alman Federal Barolar Birliği’nden bize destek olmasını talep ediyoruz.

Toplantımızın hepimize faydalı, hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Saygılar sunuyorum.