GEZİ DİRENİŞİ VE İNSAN HAKLARI

14861

Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi tarafından 10 Aralık İnsan Hakları Günü etkinlikleri kapsamında “Gezi Direnişi ve İnsan Hakları” konulu sempozyum düzenlendi.

Açış konuşmasını Türkiye Barolar Birliği Genel Sekreteri Av. İzzet Güneş Gürseler’in yaptığı sempozyum, başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, insan hakları mücadelesinde hayatını kaybedenler ile Gezi olayları sırasında yitirdiklerimiz anısına yapılan saygı duruşu ile başladı.

Gürseler, sempozyumun çıkış noktasının Gezi olayları olduğunun altını çizerek şunları söyledi:

10 Aralık İnsan Hakları Günü kapsamında olan bu program “Gezi Direnişi ve İnsan Hakları” başlığıyla hazırlandı, çıkış noktamız Gezi olayları. Değerli konuşmacılarımız bu doğrultuda insan haklarını değerlendirecekler. Ben de sayın başkanımız adına bu kürsüye çıktığımda ne yapabilirim diye düşündüm ve Gezi olaylarını hatırlamak ve insan hakları zemininde bir başlangıç oluşturmak düşüncesiyle sizlere Türkiye Barolar Birliği olarak Gezi direnişiyle ilgili yayımlamış olduğumuz “Türkiye Neden Ağaca Sarıldı?” isimli kitabın başkanımız tarafından yazılan sunuşunu aktarmak istiyorum.

Kısa sürede küresel bir kimlik kazanan; sanatı, zekâsı, espri anlayışı, dayanışma gücü ve barışçıl ruhu ile tarihe iz bırakacak yeniliklere imza atan Gezi Parkı eylemleri bir “özgürlük” hareketi olarak ortaya çıktı.

Gezi Parkı eylemlerinin özgün kimliği karşısında ise, tarihte pek çok örneğini gördüğümüz, halkın dayanışmasını kendisine tehdit olarak gören ve giderek demokrasiden daha da uzaklaşan otoriter iktidar anlayışı konumlandı.

Öyleyse biri yenilikten ve özgürlüklerden, diğeri mevcut statüyü muhafaza etmekten ve otoriterlikten beslenen iki olgu ile karşı karşıyayız. Gezi eylemleri boyunca gelişen olayları anlamaya yönelik tartışmalara katkıda bulunmak için önce kısa birkaç hatırlatma yapalım.

Gelişmemiş toplumlarda alışılagelmiş olan; inanç birliği, meslektaşlık ya da hemşehrilik temelinde “birbirine benzeyen” insanların yaptığı “benzeyiş dayanışması”dır. Bireyin kendisini farklılıklarıyla ifade edebilme talebinin yükseldiği toplumlarda ise “benzeşme dayanışması”nı aşan, “birbirinden farklı bireylerin dayanışarak bir toplumu ayakta tutması olarak tanımlayabileceğimiz” “işbirliği dayanışması” ortaya çıkar.

İşbirliği dayanışması, sağlıklı ve dinamik bir toplum için ne kadar gerekliyse, baskıcı rejimler için de potansiyel bir endişe kaynağıdır. Çünkü dinamik bir toplumun bireylerinin sergilediği olağan ve sağlıklı işbölümü dayanışması, iktidarların birey özgürlüğünü tehdit eden uygulamaları karşısında, bu baskıya direnen bir dayanışmaya dönüşebilir.

Türkiye’de bir halk hareketi olarak ortaya çıkan ve bütün dünyanın ilgiyle izlediği Gezi Parkı eylemleri, bu sosyolojik olgunun mükemmel bir örneği olarak karşımızda durmaktadır.

Geçtiğimiz yıllarda uğradıkları haksızlıklar karşısında veya bu algıyla, “benzeşmeye dayalı dayanışma” ile direnen, seslerini duyurmak isteyen gruplar kimi zaman polis gücüyle, kimi zaman her bir grup birbirine ve toplumun çoğunluğuna düşman gibi gösterilerek yalnızlaştırılmaya çalışıldı.

İşte çeşitli gruplar açısından bir içe kapanma ve karamsarlığın hakim kılındığı bu ortamda; esasen bir hukuk devrimi olan ve “yıkılıp yerine yenisinin inşa edilmesi planlanan Cumhuriyet”in kazandırmış olduğu “yurttaşlık hakkı”nın kendi evrimini gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Toplumun hatırı sayılır kesimi, yurttaşlık bilincine paralel olarak geliştirdiği “özgür birey olma kararlılığı”nı şiddete başvurmayan barışçıl eylemlerle veya bu eylemlere fiziken katılamasa dahi sosyal medyadan ya da evinin balkonundan desteklemek suretiyle ortaya koydu.

Gezi eylemlerinin bu büyük bileşkesine asıl ruhu veren ise meydanlarda, sokaklarda, parklarda, sosyal medya paylaşımlarında hareketin çoğunluğunu oluşturan kadınlardı.

Tarih boyunca otoriter devletler önce ve acımasızca kadınların haklarını gasp etti. Tam da bu nedenle uygarlık tarihi boyunca kadınlar; yurttaşlık hakları, işçi hakları, eşitlik mücadelesi ve aydınlanma devrimleri sürecinde yaşanan sosyolojik sıçramalarda “lokomotif güç” işlevini yüklendi. Gezi eylemleri bu açıdan da mükemmel bir örnek olarak karşımıza çıktı. Kadın varlığı, eylemlerin barışçıl kimliğine damgasını vurdu, provokasyonlara karşı sağduyu çağrılarının sesi oldu.

Özgürlüklerin lokomotifi, bireyin kalkanı avukatlar, onların örgütlü gücü barolar ve Türkiye Barolar Birliği bu bileşkenin içinde halkın yanında ve zulmün karşısında durdu. Savunma görevlerini yerine getirdikleri için suçlanan, yerlerde sürüklenerek gözaltına alınan, halkın hakkını savundukları için haddini aşan emniyet fezlekeleriyle karşı karşıya kalan meslektaşlarımız ve barolarımız insan haklarını, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü savunma kararlılığından bir an bile vazgeçmedi.

Korku devletlerinde; iktidarlar tarafından devlet gücünü kullanarak, toplum içinde kendilerine muhalif duruş sergileme ihtimali olan aydınlara, sivil toplum kuruluşlarına, meslek örgütlerine ve sendikalara, bu kuruluşların yönetim kadroları ile benzer kurum ve kişilere yönelik baskıları artırılır. Böylece toplumun dinamiğini oluşturan bu kurum ve kişilerin düşüncelerinden dolayı soruşturulacağı, cezalandırılacağı endişesi hakim kılınır ve toplum demokrasiden uzaklaştırılır.

Korku devletinden bir adım daha öteye geçen polis devletinde ise artık yalnızca toplumun dinamiğini oluşturan kurum ve kişiler değil, sokaktaki herkes, evindeki her vatandaş potansiyel bir iktidar muhalifi olarak görülür. Kendi otoritesini korumak güdüsüyle, yurttaşları birbirine karşı ötekileştiren, hatta birbirinin hedefi haline getiren yönetimlerde, polis halkın emniyetini sağlamak görevinin önüne, iktidardaki siyasi partiyi koruma görevini koyar. Bu durumda iktidar artık güç zehirlenmesine uğramıştır.

İşte, “işbölümü dayanışması” ile ortaya çıkan bir toplumsal muhalefet olarak, siyasi muhalefetin de önüne geçen Gezi eylemlerini adeta “düşman harekatı”, eylemcileri “düşman” olarak gören, eylemlerde ölenler ve yaralananlar için üzüntüsünü dile getirmekten dahi kaçınan anlayış budur.
Siyasal iktidar, meşru taleplerle ortaya çıkan bu toplumsal muhalefete; demokrasinin, özgürlüklerin, insan haklarının ipine sarılarak cevap vermek yerine, bu tepkiye neden olan otoriter davranışını artırarak sürdürmeye, yani daha fazla baskı uygulamaya yönelmiştir. Sırdaş polis projelerinde olduğu gibi vatandaşları muhbirliğe özendiren girişimlerde bulunmuş, tribünleri, üniversiteleri polis gücüyle baskı altına almış, her barışçıl protestoyu terör eylemi olarak damgalamış; genelde evrensel hukukun, özelde ceza hukukunun en temel prensiplerini çiğneyerek, insanları mahkemelerde suçsuzluğunu ispat etme yükümlülüğüyle karşı karşıya bırakmış, toplu gözaltılarla halkın gözünü korkutmak istemiştir.

Fakat…

Asıl olan özgürlüktür ve özgürlük sonunda daima kazanır.

Bugün yaşananlardan ve bize yaşatılanlardan memnun olmamamız, düne öykündüğümüz anlamına gelmez.

Yarın hem dünden hem bugünden farklı olacaktır.

"Gezi" bunu ispatlamıştır.

Bu etkinliğimizi TBB İnsan Hakları Merkezi hazırladı. Merkezin başında Yönetim Kurulu üyemiz, sayın meslektaşımız Av. İzzet Varan var. Onun şahsında merkeze çok teşekkür ediyorum. Merkez Başkanı olarak meslektaşımız Av. Serhan Özbek’e de çok teşekkür ediyorum.

Açış konuşmasının ardından Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi Başkanı Av. Serhan Özbek’in yönettiği birinci oturumda; Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fazıl Sağlam, Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özdemir Aktan, gazeteci-yazar İsmail Saymaz ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Devrim Aydın sunuş yaptılar.

Başkanlığını Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi Av. Prof. Dr. Rona Aybay’ın yaptığı ikinci oturumda; Ankara Barosu Başkanı Av. Sema Aksoy, Taksim Dayanışması Üyesi ve DİSK Nakliyat-İş Sendikası Avukatı Pınar Akbina, Gezi olayları tanığı Deniz Bin ile İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Turgay Demirci görüşlerini dile getirdiler.

Sempozyum ile başlayan programda daha sonra Çağatay Gökhan Çekiç tarafından hazırlanan “9-10-11 İnsan Hakları” konulu resim sergisi açılışı yapıldı. Serginin açılışını Türkiye Barolar Birliği önceki başkanlarından Av. Atilla Sav, Türkiye Barolar Birliği Genel Sekreteri Av. İzzet Güneş Gürseler, Yönetim Kurulu Üyesi Av. İzzet Varan ve İnsan Hakları Merkezi Başkanı Av. Serhan Özbek yaptı.

Program; Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Av. Sabri Erdal Güngör, İnsan Hakları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi Av. Prof. Dr. Rona Aybay ve karikatürist Nezih Danyal’ın açılışını yaptığı Karikatür Vakfı tarafından hazırlanan ve bu yıl sekizincisi düzenlenen Karikatürlerle İnsan Hakları “Çalışma Hakkı” konulu karikatür sergisi ile son buldu.