Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun Basın Açıklaması

9851

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN SİYASETİNİ SADECE TÜRK MİLLETİ ŞEKİLLENDİRME HAKKINDA SAHİPTİR 

“Yolsuzluk Operasyonu” olarak yürütülen adli soruşturma özelinde hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye dair zorunlu açıklama
  1. Soruşturmada İçişleri, Ekonomi ve Çevre Şehircilik Bakanlarının çocukları, banka üst düzey yöneticileri, bir belediye başkanı ve belediye görevlileri ve diğer bazı kamu görevlileri gözaltına alınmışlardır.
  2. Basından takip ettiğimiz üzere iddiaların boyutları daha önce emsali görülmemiş büyüklüktedir.
  3. İddiaların ortasında doğrudan hükümetin 3 önemli bakanının çocuklarının isimlerinin yer alması; bir yandan delillerin karartılması ihtimali karşısında soruşturmanın selameti, diğer yandan soruşturmanın siyasi etkileri açısından, yaşananları benzersiz kılmaktadır.
  4. Nitekim adı geçen 3 bakanın ve bunlara ilaveten bir başka bakanın hakkında fezleke düzenlenerek bakanlara özgü soruşturma usulünün başlatılmasının talep edildiği bilgisi de kamuoyuna yansıtılmıştır.
  5. Buna mukabil siyasi iktidar ve bizzat Başbakan, yolsuzluk soruşturmasının, iktidarlarına yönelik siyasi bir operasyon olduğunu ifade ederek, soruşturmaya yönelik tavır almış durumdadır. Bu çerçevede, başta soruşturmayı yürüten polis amirleri ve bu kişilerle devlet içinde bir başka düzlemde ortak hareket ettikleri ileri sürülen çok sayıda polis amirinin görev yerleri, soruşturma sürerken değiştirilmiştir. Üstelik, görev değişiklikleri oğlu soruşturulan ve kendi hakkında fezleke bulunan İçişleri Bakanının talimatına göre gerçekleştirilmiştir. Bunu toplum vicdanının kabul etmesi mümkün değildir. Öte yandan soruşturmayı başlatmış olan iki savcının yanına süratle iki yeni savcı daha, İstanbul Başsavcılığı tarafından görevlendirilmiş, bu savcıların kararlarını oy çokluğuyla vereceklerine dair bir talimat yazılmıştır. Bütün bunlar soruşturmanın frenlenmek, yönlendirilmek ve ört bas edilmek istendiği, özetle yargıya müdahale edildiği algısını yaratmıştır.
  6. Soruşturma, başta bazı bakanlar olmak üzere, bakan çocuklarının, siyasi iktidara çok yakın duran kişilerin soruşturuluyor olmasından duyulan kaygıya bağlı olsa gerek, bizzat Başbakanın, hükümetin ve iktidar partisinin temsilcileri tarafından, siyasi saikle yapıldığı, amacın hükümeti sarsmak ve hatta devirmek olduğu iddialarıyla karşılanmıştır.
  7. Bu çerçevede siyasi iktidar; düne kadar telaffuz dahi etmediği suçsuzluk karinesi, adil yargılanma hakkı, soruşturma dosyasından kişileri lekeleyecek bilgi ve belgelerin basına servis edildiği, davet edildiğinde ifade vermeye gelecek kişilerin sabaha karşı evlerinden büyük bir operasyon yapılıyor görüntüsü altında alınmasının kanuna aykırı olduğu, polis tarafından sahte deliller üretilmiş olabileceği iddiaları, yargının tarafsız ve bağımsız çalışması gerektiği, hiçbir gurubun ya da devlet içindeki hiçbir yapılanmanın siyasi ve ekonomik menfaatleri adına yargı mekanizmasının kullanılamayacağı, salt operasyonun büyüklüğünü vurgulamak adına birbiriyle pek de ilgisi olmayan 3 soruşturmanın birleştirilerek yürütülmesinin kötü niyetli olduğu, kurunun yanında yaşın da yanmaması gerektiği hususları, sıkça tekrarlanmaya başlanmıştır.
  8. Sayın Başbakan açıkça devletin içinde bir paralel devlet oluşturulduğunu ve buna asla izin vermeyeceklerini ifade etmiştir. Başbakan, yürümekte olan yolsuzluk soruşturmasını, iddia ettiği bu paralel devletin, hükümeti hedef alan bir saldırısı olarak gördüğünü kamuoyuyla paylaşmıştır.
  9. Yıllardır derin devletle mücadele ettiklerini ifade eden başbakan, bu açıklamalarıyla kendi iktidarları döneminde kendi elleriyle bir derin yapılanma oluşturulduğunu ikrar etmiş durumdadır. Dolayısıyla bugün devlet içinde yer alan bir paralel devletin, kendisine karşı yargı yoluyla siyasi müdahalede bulunduğunu iddia eden başbakan, sorumluluğu öncelikle kendinde aramalıdır. Şu halde sorumlusu bizzat siyasi iktidar olan bu vahim tablonun mağduru yurttaşlardır ve Türkiye Cumhuriyetidir.
  10. Yürütülmekte olan yolsuzluk soruşturması vesilesiyle yakın geçmişte bazı çarpıcı örnekleri, kamuoyunun bilgisine hafızaları tazeleme mahiyetinde sunmayı bir görev biliyoruz:
  • Kamuoyunda bilinen Ergenekon ve balyoz gibi pek çok davada birbiriyle ilgisiz onlarca davanın birleştirilerek adaletin gerçekleştirilemez, sanıkların kendilerini savunamaz hale getirilmeleri, bizzat siyasi iktidar tarafından geçmişte alkışlanmıştır. Avukatlar, duruşmalardan ve adliyelerden polis zoruyla çıkarılırken, celseler boyu duruşmalara katılmaları yasaklanırken, savundukları sanıklar yüzünden kendileri sanık olarak yargılanmaya başlamışken, siyasi iktidar, düşünen, konuşan, savunma yapan herkesi terörist olarak ilan etmekte hiçbir sakınca görmemiştir. Bizzat İçişleri Bakanı “polis boşu boşuna kimseyi gözaltına almaz, beni niçin gözaltına almıyor” demek suretiyle en yetkili kişi sıfatıyla yurttaşların suçsuzluk karinesi temel hakkını hiçe saymıştır.
  • Silahsız, saldırısız, demokratik yollarla ortaya konan gezi eylemleri, bizzat Başbakan tarafından hükümete karşı dış destekli bir darbe girişimi olarak değerlendirilmiş ve TOMALARA katılan kimyasal sıvılar, ayrım gözetmeksizin kitlelerin üzerine sıkılarak vücutları yakılmıştır.
  • Polis, gaz kapsüllerini, pek çok olayda yaralamak ve hatta öldürmek amaçlı olarak yurttaşların kafalarına, testislerine ve bacaklarına sıkmıştır. Öldürücü miktarda gaz, toplulukların etrafı çevrilerek dört bir yandan sıkılmış, kimi zaman da kapalı mekanlara cezalandırmak amaçlı gaz bombası atılmıştır.
  • Ethem Sarısülük, Ankara’da Güven Parkta önce polis tarafından dövülmüş, sonra tabanca ile vurularak öldürülmüştür. Ankara Barosu’nun ve avukatların çabası sonucunda Ethem’in katili yargılanmaya başlanmıştır; ancak duruşma salonuna getirilmeksizin uzaktan yargılama yöntemi tercih edilmiştir.
  • Ethem’in öldürüldüğü noktaya Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından “Ankara halkı, Ankara polisiyle gurur duyuyor” pankartının asılmasında hiçbir beis görülmemiştir.
  • Eskişehir’de gencecik üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz, ara sokakta gaz maskeli ve eli sopalı polisler ve polislerin kendilerine sağladığı güvenli ortamda sokakları ele geçiren haydutlar tarafından acımasızca dövülerek öldürülmüştür. Uzun süre olay yeri görüntüleri bulunamamış, sorumluların korunması için gözle görülür bir çaba sarf edilmiş, kayıtlar silinmiş, Eskişehir Valisi, Ali İsmail’i arkadaşlarının öldürmüş olduğunu dahi beyan etmekten çekinmemiştir. Eskişehir Barosu’nun ve avukatlarının üstün gayretiyle gerçek ortaya çıkarılmış ve yargılama başlamış, ancak hukuka aykırı olarak dava, bir başka şehre nakledilmiştir.
  • Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan ve Medeni Yıldırım’ın katillerini; yüzlerce kişiyi gaz bombalarıyla, coplarla ve sopalarla acımasızca yaralayanları, gözlerini kör edenleri, ekmek almak için evden çıkmış 15 yaşındaki Berkin Elvan’ı, “sokakta olduğuna göre hükümet muhalifidir” anlayışıyla kafasından vurup komaya sokanları ve bu talimatı verenleri, talimatı veren ve uygulayanları koruyanları tespit etmeye ve hak ettikleri cezayı almaya yönelik etkin hiçbir çaba sarf edilmemiş ve edilmemektedir. Tam aksine, bizzat sayın Başbakan, yurttaşlarına acımasızca şiddet uygulayan polislerle, onları koruyan vatandaşına “gavat” diyen valilerle gurur duyduğunu, kimseyi üç beş çapulcunun talebiyle harcamayacağının güvencesini defalarca vermiştir.
  • Buna mukabil, kabinesindeki bakan çocuklarına ve bakanlara yönelik bir adli soruşturma başlar başlamaz, daha önce yurttaşlarına şiddet uyguladığı için destan yazdıklarından bahsederek koruma altına aldığı onlarca polis müdürünü bir günde görevden almıştır.
  • Demek ki, siyasi iktidar açısından görevden alma ölçüsü, kamu görevlilerinin yurttaşa yönelik hukuka aykırı eziyetleri, şiddetleri, adam öldürmeleri değil, adam öldürenleri korumaları, yurttaşa galiz küfürler etmeleri değil, başbakanın ve hükümet üyelerinin canını sıkmalarıdır.
  • Sayın Başbakan, devlet içinde özellikle yargıda ve emniyet teşkilatında yapılanmış ve bugün kendisine karşı bir yok etme harekatına giriştiğini söylediği bir paralel yapılanmadan şikayet etmektedir. Bu şikayet, eğer doğruysa, bunun doğrudan doğruya sorumlusu, kısa süre önce basına yansıdığı üzere “ bizden ne istediniz de vermedik” diye geçmişte yaptıklarını adeta ikrar eden Başbakandır.
  • Başbakanın, dün Ergenekon ve balyoz operasyonlarını başlatan ve hükümete muhalif duruş sergileyen gazetecileri, aydınları, bilim insanlarını, avukatları, pek çoğu terörle mücadelede kahramanlık madalyası almış subayların bilinen bütün adil yargılanma kurallarını hiçe sayarak, PKK terör örgütü üyesi kişilerin gizli tanıklıkları ve sahteliği ispatlanmış dijital verilerle tutuklanmalarını sağlayarak, yıllarca zulme uğramalarına sebebiyet vermiş savcıları, temiz eller operasyonu kahramanı ilan ettiği ve tam bir korumaya aldığı, hatta “bu davanın savcısı benim” cümlesiyle bağımsız olması gereken yargı alanına da girip, savcılık görevini de üstlendiği, hafızalarımızda bütün canlılığıyla varlığını korumaktadır. Bugün ise Başbakan, hükümetinin bakanlarının karıştığı iddia edilen çok büyük bir yolsuzluk olayında, aynı savcılarca yürütülen soruşturmayı bir siyasi komplo olarak nitelemektedir. Demek ki övgü ve yergi, yapılan işe göre değil, soruşturmanın hedefine göre belirlenmektedir. Bu tablonun hiçbir yerinde hukuk devleti, adil yargılanma ve demokrasi yoktur.

Sonuç olarak;

  1. Halen ülkemizin gündemini işgal eden adli soruşturmaların, siyasi saikle yürütüldüğü kaygısı toplumda hakim kanaattir. Toplum, iktidarın iki kanadı (!) birbiriyle çatışmasaydı, yıllardır bilindiği sanılan yolsuzlukların bugün soruşturuluyor olmayacağını seslendirmektedir. Şayet geçmişte yapılanlar bugün yapılmakta olanların teminatı ise, deniz feneri yolsuzluğunun bu iki kanadın el birliği ile kapatılmak istendiği hafızalarda soru işareti olarak varlığını sürdürmektedir.
  2. Soruşturmada ve yargılamada amaç, suçluyu suçsuzdan, haklıyı haksızdan ayırmak olmalıdır.
  3. Ancak, şu an yürütülen soruşturmalara ilişkin uygulamalar çerçevesinde, adaletin tecellisine yönelik bu önemli ayırımın gerçekleştirilemeyeceği konusunda derin endişeler belirmiştir.
  4. Yargı siyaseti şekillendiren bir güç olarak kullanılamaz. Bu sebeple, yargının bütün şaibelerden arındırılması; tarafsız, bağımsız, hukukun üstünlüğünü esas alan bir yargının oluşturulması hepimizin asli görevidir.
  5. Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasetini, sadece Türk Milleti şekillendirme hakkına sahiptir.
  6. Hür ve demokratik seçimler esastır.
  7. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını doğrudan ilgilendiren bu vahim tespitler karşısında, çağdaş demokrasilerde örnekleri görünen “zorunlu istifa” uygulaması gereği, ilgili bakanlar başta olmak üzere, tüm sorumluların derhal istifa etmeleri kaçınılmazdır.
  8. Muhalefet partileri de, daha önce hukuk dışı yargısal işlemlerle, insan hayatı üzerinden yargı yoluyla siyaseti etkilediği görülen kişi ve yapıları kutsamak yerine, yurttaşı, hukuk devletini ve demokrasiyi esas alan bir duruş sergilemelidir.
  9. Öncelikli olarak hukukun üstünlüğünü savunmak ve korumakla görevli olan Türkiye Barolar Birliği, tüm gelişmelerin kararlı takipçisi olmaya devam edecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.