“ULUSAL HMK SEMPOZYUMU” 10 - 11 MAYIS 2014 TARİHLERİNDE MUĞLA BAROSU TARAFINDAN DÜZENLENDİ

8229

10-11 Mayıs 2014 tarihlerinde, Muğla Barosu tarafından “Ulusal HMK Sempozyumu” düzenlendi. Açış konuşmalarını; Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Av. Berra Besler, Muğla Barosu Başkanı Av. Mustafa İlker Gürkan ve Muğla Barosu Başkan Yardımcısı Av. Leyla Bişen’in yaptığı sempozyuma; Prof. Dr. Baki Kuru onur konuğu, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Pekcanitez, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Üyesi Ömer Uğur Gençcan, Gediz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhammet Özekes, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Üyesi Bilal Köseoğlu, İstanbul Barosu Üyesi Av. Tamer Şahin, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi  Prof. Dr. Levent Akın, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi Başkanı Seracettin Göktaş konuşmacı olarak; Eskişehir Barosu Başkanı Av. Rıza Öztekin, Denizli Barosu Başkanı Av. Müjdat İlhan, Aydın Barosu Başkanı Av. Sümer Germen, Bursa Barosu Başkanı Av. Ekrem Demiröz, Bolu Barosu Başkanı Av. Ferit Atalay ve İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Durakoğlu oturum başkanı olarak katıldılar.

HMK’da uygulamadan doğan sorunların tespit edilerek, çözümü için gerekli işlemlerin yapılmasına karar verildiği, gündemde olan Avukatlık Kanunu değişikliği ile ilgili görüşlerin belirtildiği; avukatlık mesleğini ileriye götürebilmek ve Bakanlığın denetim yetkisinin güçlendirilmesinin kabul edilemeyeceğinin vurgulandığı sempozyum sırasında TBB Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun Danıştay’ın Kuruluş Yıldönümü’ndeki konuşmasına Başbakan tarafından gösterilen tepki orada bulunan akademisyenler, baro başkanları ve avukatlar tarafından kınandı.

Daha sonra; TBB Başkan Vekili Av. Berra Besler ile Adana, Aydın, Balıkesir, Bolu, Bursa, Denizli, Eskişehir, Erzincan, Erzincan, Karabük, Kütahya, Muğla baro başkanları ve İstanbul Baro Başkan Yardımcısı tarafından yapılan açıklamayla Başbakan’ın düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı sergilediği hukuka aykırı davranışa tepki gösterildi.

10-11 MAYIS 2014 TARİHLİ MUĞLA BAROSU'NUN DÜZENLEDİĞİ
“ULUSAL HMK SEMPOZYUMU”NDA TBB BAŞKAN YARDIMCISI
AV.BERRA BESLER'İN YAPTIĞI AÇIŞ KONUŞMASI

Muğla Barosunun Sayın Başkanı, Yönetim, Disiplin, Denetleme Kurullarının sayın üyeleri ve TBB delegeleri, hocaların hocası hepimizin duayeni ve bugün aramızda olmasından burada olan herkesin büyük bir memnunluk duyduğu çok değerli hocamız Prof. Dr. Av. Baki KURU, Değerli Baro Başkanlarım, saygıdeğer akademisyenler, değerli meslektaşlarım İki gün sürecek olan ULUSAL HMK SEMPOZYUMU'NUN, çok başarılı geçeceğine ve uygulamadaki bazı sıkıntıların giderilmesi için yapılması gerekli çalışmalara ışık tutacağına inanıyor ve sizleri TBB adına saygı ile selamlıyorum. TBB Sayın Başkanı, Av. Metin Feyzioğlu'nun başarı dilekleri ile saygılarını iletiyorum.

Sayın meslektaşlarım,

Bugünün coşkusu, sevinci bambaşka. Muğla Barosu başkanımız hepimizi çok üzen geçirdiği trafik kazasından sonra işte yine sapasağlam aramızda. Bundan daha büyük mutluluk ve sevinç olabilir mi? Değerli başkanım aramıza hoşgeldiniz, daha yapacak çok işimiz ve size çok ihtiyacımız var. Sağlıkla yaşayın, geçmiş olsun hepimiz sizi çok seviyoruz.

Değerli Konuklar,

Ülkemiz 2002 yılından bu yana hızlı bir değişim süreci içinde bulunmaktadır. Bu değişim, yaşamımızın her alanında görüldüğü gibi hukuk alanına da yansımıştır. Zaman ilerledikçe, toplum hayatı geliştikçe, ihtiyaçlar arttıkça elbette bazı değişikliklerin olması doğaldır. Ancak, insan ve dolaysıyla toplum yaşamına etkili olabilecek her türlü değişikliğin veya değişimin çağdaşlığa açılan yolda olması asıldır. Çünkü insanın ve toplumun yararına olabilecek her türlü değişim ancak çağdaşlıkla mümkündür.

Hukuk alanında yapılacak olan değişimin ve değişikliğin hedefinin de çağdaşlığa giden yolda olması doğaldır, beklenen budur, yapılan da bu olmalıdır. Bu nedenle TBB ve Barolarımız, hukuk fakültelerimiz ve hukukçularımız yıllardır, ülkemizde ciddi bir yargı reformuna ihtiyaç olduğunu ileri sürmüşler ve bu konuda çeşitli çalışmalar yapmışlardır. Ne var ki gerçekten ihtiyacımız olan yargı reformu bazı temel konularda görüş birliği sağlanamadığı için o yıllarda gerçekleştirilememiştir. Daha sonra bildiğiniz gibi, yargı reformu kapsamında yapılacak çalışmalar "Yargı Reformu Strateji Belgesi"nde ve "Yargı Reformu Stratejisi Eylem Planında" belirlenerek reform çalışmalarına başlanılmıştır.

Yargı Reformu kapsamında bazı temel yasalarımızda değişikliklerin yapıldığı, hukuk alanına yeni müesseselerin getirildiği hepimizin malumudur. Bu kapsam içinde ele alınarak önemli değişikliklerin gerçekleştirildiği bir kanunda Hukuk Muhakemeleri Kanunudur. Bu yeni kanunun getirdikleri, uygulamaya yansıyan olumlu veya olumsuz yönleri ve diğer konular bugün başlayan sempozyuma katılan, değerli akademisyenlerimiz ve katılımcılar tarafından değerlendirilecektir.

Ancak, değinmeden geçemeyeceğim diğer başka bir konuda, bizleri çok yakından ilgilendiren ve endişeye sevk eden Avukatlık Kanununda Değişiklik yapılması ile ilgili hususlardır.

Değerli katılımcılar,

Yargı reformu adı altında, avukatlık mesleğinin ve avukatların daha çağdaş koşullara ulaştırılabilmesi için şimdi sırada Avukatlık Kanunun'da yapılması gerekli değişiklik çalışmaları vardır.

Bu çalışmalar yapılırken; yargı bağımsızlığının ve yargıç tarafsızlığının sağlanması ve savunmanın özgürce yapılarak adil yargılamanın gerçekleşebilmesi için öncelikle; kuvvetler ayrılığı ilkesindeki dengelerin korunması ve yürütmenin yargıya ve yargının kurucu unsuru olan; sav-savunma ve karar unsurlarının temsilcilerine müdahalesini gerektiren hükümlerden mutlaka arındırılmasının son derece önemli olduğu göz ardı edilmemelidir.

Güven esasına dayalı mesleğimizin en önemli özelliği savunmanın bağımsızlığı ve onu temsil eden avukatın bağımsızlığıdır. Dünya ülkelerinde Barolar, Baro Birlikleri ve Avukatların çok önemsediği ve etkinliğini arttırmak üzere çalışmaların yapıldığı ve biz avukatlarında korunması ve geliştirilmesi hususunda çok hassas olduğumuz ilke "bağımsızlık ilkesidir".

Yine çoğu ülkelerin Avukatlık Kanununda yer almayan, bizim Avukatlık Kanunumuzda bulunan demokratik bir anlayışa dayalı olan "eşitlik ilkesidir".

Avukatlık mesleğinin ve avukatın sorunlarının çözümü için yapılacak her tülü çalışmalarda üzerine gölge düşürülmemesi ve özenle korunması gereken ilkeler; bağımsızlık ve onunla bütünleşen eşitlik ilkeleri ile avukatın statüsüdür.

Bir Yasa'nın hazırlanmasında veya o yasada değişiklik yapılmasında dikkate alınması gereken normlar; Anayasa'nın üstlüğü esasına göre Anayasa Hükümleri Anayasa Mahkemesi Kararları, Uluslararası Sözleşmeler, ilgili yasalardaki hükümler ve üzerinde değişiklik yapılacak olan yasanın özü ve ruhudur. Konu avukatlık kanununa yapılması gerekli değişiklikler olduğuna ve bu değişiklikler de yargı reformu kapsamında görüldüğüne göre işte bu çalışmalar sırasında az önce ifade etmeye çalıştığım hususlar ve ilgili kurallar ve de ayrıca "Türkiye Cumhuriyetinde Yargı Sisteminin İşleyişi İstişari Ziyaret Raporlarında ileri sürülen öneriler mutlaka dikkate alınmalıdır. Bunlar dikkate alınmadan yapılacak olan bir yasa çalışmasının ve değişikliğinin, hiçbir hukuki dayanağından ve çağdaşlığından söz edilemez.

Adalet Bakanlığı web sitesinde yayınlanan taslak da yer alan Avukatlık Kanununda Yapılması Düşünülen Değişiklikler ile ilgili çalışmalarda; AB İstişari Ziyaret Raporlarında tavsiye edilen, Adalet Bakanlığı'nın vesayeti niteliğinde görülen ve etkisizleştirilmesi önerilen "Denetim Yetkisi" etkisizleştirilmediği gibi Barolar ve Türkiye Barolar Birliği üzerinde daha da ağırlaştırılarak getirilmiş, avukatların mesleğe kabullerinde Adalet Bakanlığı'na geniş yetkiler tanınarak, yargı reformundan beklenen sonuçlar; tıpkı Anayasa değişikliğinde olduğu gibi Avukatlık Kanunu değişiklik çalışmalarına da yansımamış, yürütme erkinin yargıya müdahalesi perçinleşir hale gelmiş, kuvvetler ayrılığındaki dengeler, yürütme lehine bir defa daha bozularak yargının ve yargının kurucu unsurlarından savunmanın yürütmenin egemenliği altına alınacağının hedeflendiği ortaya çıkmıştır. Bu kabul edilemez bir sonuçtur.

Eğer Bakanlık, Avukatlık Kanunun çalışmalarında bu konuda ısrarlı bir tutum sergileyecekse, Avukatlık Kanununda yapılacak veya yapılması beklenen diğer olumlu değişikliklerin hiçbir önemi kalmayacaktır.

Barolarımızın ve Türkiye Barolar Birliği'nin; Avukatlık mesleğini ve savunmayı geriye götürebilecek hiçbir anlayışa ve uygulamaya asla izin vermeyeceği herkes tarafından açıkça bilinmelidir.

Çağdaşlığa açılan bir yolda Avukatlık Kanunu yapılabilecekse bunu yapmakta kararlı olmalıyız. Avukatlık mesleğini savunmayı geriye götürebilecek ve Adalet Bakanlığı'nın vesayetini güçlendirecek yeni hükümler yasa ile getirilecekse biz bunlara karşı çıkarız. Eğer bizler olası bu durumları engelleyemezsek böyle bir yasanın çıkmasının hiçbir anlamı olmayacağı gibi öncelikle kendi vicdanlarımıza karşı da ağır bir sorumluluk altına girmiş oluruz.

Bakanlık Yasa Taslağı'nın en belirgin olarak verdiği mesaj, avukatlık mesleğinin geriye götürüleceği, hatta bitiş noktasına sürükleneceğidir. Böyle bir durumu hiçbirimizin hoş görmesi de mümkün değildir.

Değerli katılımcılar,

Yargı reformu kapsamında temel yasalarımızda yapılan çalışmalar arasında yer alan; "6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK)" 1 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerinden yaklaşık üç buçuk yıl geçmiştir.

Bildiğiniz gibi 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) yerine tümüyle yeni bir kanun yapılmak amacıyla 27/1/2004 tarihli Bakan Olur’u ile bir Komisyon oluşturulmuştur. Komisyonun oluşturulmasındaki amaç, Bakanlık Olurunda; “Yargı reformu çerçevesinde olmak üzere; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda; uygulamadan kaynaklanan aksaklıkları gidermek, davaların hızlı, basit, en az giderle ve etkin bir biçimde görülmesi ve bir kısım uyuşmazlıkların nizasız kaza, sulh, uzlaşma gibi yöntemlerle çözümünü sağlamak, karşılaştırmalı hukuktaki gelişmeleri hukuk yargılamasına yansıtmak amacıyla yeni bir Kanun Tasarısı hazırlamak” şeklinde belirtilmiştir.

HMK Gerekçesinde de, adil yargılanma hakkının sağlanması, oldukça eskiyen Kanunun dilinin; anlaşılır, açık ve sade bir şekilde kaleme alınması, yargılamanın daha doğru, amacına uygun, daha hızlı ve etkin yürütülmesine hizmet edecek yeni kurumların alınması yanında, yargılama sisteminin basitleştirilmesinin de amaçlandığı ifade edilmiştir. Ayrıca usul hukukunun amacının, maddî gerçeğe ulaşmak olduğu da vurgulanmıştır.

HMK’nın yürürlüğe girmesine kadar, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu kırk’a yakın değişiklik geçirmiş, öte yandan değişik tarihlerde hazırlanan altı Tasarı da çeşitli nedenlerle kadük kalmıştır.
Kısmi değişikliklerde veya tasarılarda temel motivasyon her zaman davaların uzamasının önüne geçmek olmuştur. Usul kanunlarının, hakları hayata geçirmekteki temel işlevleri dikkate alındığında, bu konudaki çabaların doğal olması yanında zorunlu olduğu da açıktır. Bu anlamda yeni HMK da aynı bakış açısıyla ve kaygıyla yola çıkmıştır.

HMK’nın gerekçesinde de ifade edildiği üzere; Türk Usul Hukukunun seksen yıllık birikimi, uygulaması ve mevzuat göz ardı edilmemiş, başka bir ifadeyle tümüyle yeni bir Kanun kaleme alınmamıştır. O nedenle kanaatimizce yapılan çalışmalar bakımından; reform veya devrimden çok, bir revizyondan söz etmek daha doğru olacaktır.

Değerli konuklar,

Acaba HMK’NIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER nelerdir ve HMK nın yürürlüğe girmesi ile UYGULAMADA nasıl SORUNLAR ortaya çıkmıştır. Bunları kısaca hatırlatmakta yarar görmekteyim.
HMK’nın yürürlüğe girmesiyle ortaya çıkan sorunları üç ana başlık altında sıralamak mümkün olabilir.

Bunların birincisi: Kanunun tümüyle, yeni kurumları veya düzenlemeleri nedeniyle yaşanan sorunlardır.

İkincisi, HMK’nın tamamlanmış işlemleri etkilememek üzere, derhal uygulanması bakımından, yürürlüğe girdiği tarihteki derdest davalarda da geçerli olması nedeniyle, ortaya çıkan sorunlar ile Kanunun yeterli geçiş hükümlerine sahip olmamasıdır.

Son olarak, yargı reformu iddiasında bulunan Adalet Bakanlığı’nın bu konuda üzerine düşen görevleri tam olarak yerine getirmemiş olması da, sorunun bir başka yönünü oluşturmaktadır.

Sayın katılımcılar,

HMK’nın yürürlüğe girmesi üzerine, 1 Ekim 2011 itibariyle tüm yurtta bir “gider avansı” şoku yaşanmıştır. Son derece makul gerekçeyle getirilen ve yıllardır idari yargıda sorunsuz olarak uygulanan gider avansı; HMK bakımından adeta hak arama özgürlüğünü sınırlayıcı bir şekle bürünmüştür. Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan Gider Avansı Tarifesi ve daha sonra çıkarılan HMK Yönetmeliği, gider avansı kalemlerini, amaca aykırı bir şekilde genişletmiş, derdest davalarda da gider avansları tamamlattırılmış, çok sayıda dava, dava şartı eksiliği sebebiyle reddedilmiştir.

Her ne kadar Yargıtay, gider avansı ve delil avansı farkını ortaya koymak suretiyle konuya doğru bir çözüm getirmiş ise de, Yargıtay'ın bu çözümü dikkate alınmamış ve UYAP sistemi nedeniyle hala Tarife hükümleri çerçevesinde aynı uygulamaya devam edildiği görülmektedir.

Adalet Bakanlığı, HMK'nın yeni uygulamaları ile özellikle gider avansı düzenlemesi ile açılan dava sayısında önemli ölçüde azalma olduğunu ifade etmiş ise de, bu gerçekçi bir açıklama değildir.

HMK uygulamasında, dava harçlarının yanında tebligat giderleri dışındaki yargılama giderlerinin başlangıçta peşin olarak alınması, halkın yargıya başvurarak hakkını araması önünde önemli bir engel teşkil etmiştir. Adliye koridorlarında yargıya başvurmanın ne kadar pahalı olduğunu öğrenen vatandaşların o tarihlerde geri dönüp gittiklerine hepimiz tanık olmuşuzdur.

Sayın katılımcılar,

HMK Tasarılarında bulunmayan, ancak Adalet Komisyonu’nda kabul edilen, doktrinde ve kamuoyunda yeterince tartışılmadan kabul gören iki düzenleme de uygulamada önemli sıkıntılar yaratmıştır.
Sorunların biri; bildiğiniz gibi idari yargının alanına giren tazminat davalarının Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülmesine olanak tanıyan HMK madde.3 hükmüdür.

Anılan bu madde, Anayasa Mahkemesi’nin; 19 Mayıs 2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan kararı ile iptal edilmiştir. Ancak bu arada açılmış olan davalarla ilgili verilecek kararlara ilişkin sorunların ortaya çıktığı da herkesçe bilinmektedir.

Diğer yönden başka bir sorun da; Uygulamada en çok tartışma yaratan ve yeni bir dava çeşidi olarak hukukumuza giren "belirsiz alacak davaları" olmuştur.

Adalet Komisyonunda kabul edilmiş olan belirsiz alacak davalarının açılabileceği haller, kısmi dava ile ilişkisi, belirsiz alacağın tespitinin de talep edilebilmesi ve zamanaşımı uygulamaları önemli görüş ayrılıklarını beraberinde getirmiş ve madde düzenleniş amacını aşan bir uygulamaya dönüşmüştür.Bu durum, özellikle sigorta şirketlerinin taraf olduğu davalarda ve bilinen pek çok örneklerde görülen sıkıntıları yaratmıştır.

Ayrıca ıslah müessesinin; belirsiz alacak davalarında nasıl uygulanabileceği de bazı sorunları beraberinde getirmiştir. Uygulamada yaşanan bu kargaşanın nasıl giderileceği düşünülmeli ve tartışılmalı ve çözümü bulunabilmelidir. Uygulamacıların özellikle biz avukatların beklentileri bu yoldadır.

Değerli meslektaşlarım,

Çekişmesiz yargı, açıkça HMK'da ilk defa düzenlenmiştir. Ancak çekişmesiz yargı işlerinin nasıl görüleceği, kararların hangi şekil ve usulde iptal edilebileceği gibi hususlarda yasada herhangi bir açıklayıcı hükme yeterince rastlanılamamıştır. Kanunda, niteliğine uygun düştüğü ölçüde basit yargılama usulünün uygulanacağı ifade edilmiş olmakla birlikte, bu usul de sonuç olarak bir dava usulüdür. Bu bakımdan yapılan düzenlemeler uygulama yönünden eksik kalmıştır.

Değerli konuklar,

HMK’nın en iddialı olduğu yer ise, yargılamanın aşamalarını birbirinden ayırmak konusunda olmuştur. Böylece davalara hazırlığın iyi bir şekilde yapılması, tahkikatın yalnızca ispat faaliyetiyle geçirilmesini sağlamak amaçlanmıştır. Bu anlamda önemli bir yenilik olan ön inceleme yasanın çok ciddi bir kesiti olarak görülmektedir.

Yasanın getirdiği bu yenilikle; Tarafların dilekçelerini ön inceleme aşamasına kadar tamamlamış olmaları, hâkimin ilk defa ön inceleme aşamasında duruşma yapması, burada şekillenen tablo doğrultusunda yargılamaya devam edilmesi istenilmektedir. Ayrıca bu aşamada hâkimin tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalar bakımından onları sulhe veya arabuluculuğa sevki zorunlu tutulmuştur.

Uygulamada ise ne yazık ki ön inceleme aşaması, biçimsel bir kesit olmaktan öteye gidememiştir. Taraflar, samimi ve sonuç alınacak şekilde sulhe teşvik edilmemişlerdir, arabuluculuk benimsenmemiştir ve ön inceleme, tahkikata geçilmeden evvel amacına uygun olmayan bir şekilde, davaları uzatıcı bir hale gelmiştir.

Ön inceleme aşamasının etkili bir şekilde uygulanabilmesi her şeyden önce hâkimin daha başından itibaren dosyaya tüm içeriğiyle vakıf olmasına bağlıdır. Açıkça söylemek gerekirse HMK uygulamasının ilk döneminde çoğu mahkeme hâkimi bu uygulamada önemli ölçüde sıkıntı yaşamıştır. Hâkimlerin mevcut iş yüküyle birlikte bu yenilikleri aynı zaman dilimi içinde uygulamaya geçirmeleri çok zor olmuştur ve bilindiği gibi ön inceleme aşaması bu dönemlerde yasanın amacına uygun olarak uygulanamamış ve doğan sonuçlar pek çok davada da temyiz nedeni teşkil etmiştir.

Kanunun 2006 Tasarısının gerekçesinde; ön incelemenin iyi bir şekilde işleyebilmesi için hâkim yardımcılığı gibi bir kuruma gereksinim olduğu ifade edilmiş ise de, bu doğru gereksinimin 2008 Tasarısının gerekçesinden çıkarılması da dikkat çekici olduğu gibi belki de yukarıda açıklamaya çalıştığım sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Sistemin iyi işleyebilmesi için mevcut koşulların değiştirilmesi ve bir kısım kolaylıkların sağlanması mutlaka gereklidir. Öte yandan sulhe teşvikin içeriği ve biçimi konusunda hâkimler yeterli ölçüde aydınlatılmalıdırlar.

Sayın katılımcılar,
İddia ve savunmanın ileri sürülmesi ile delillerin gösterilmesi bakımından HMK, katı bir sistem getirmeyi amaçlamış, ancak düzenleme boşlukları ve eski alışkanlıklar yeni Kanunun özü ve sözüyle uygulanmasına engel teşkil etmiştir. Buna karşılık, delil başlangıcının kabulüyle hukuki işlemlerin ispatı konusunda önemli bir yeniliğin yolu açılmıştır.
HMK, adil yargılanma hakkına büyük bir önem atfetmiştir. Bu hakka Kanun’da açıkça yer verilmemekle birlikte, onun unsurları düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerin bir kısmı son derece yerinde ve olumlu olmuş, ancak bir kısmı yetersiz kalmıştır.
Örneğin, Adil Yargılanma Hakkının bir unsuru olan aleniyet (açıklık) ilkesi; HMK md. 28’deki düzenlemesinde; AİHS md. 6. kapsamına göre oldukça eksik bırakılmıştır.
HMK'da hukuki dinlenilme hakkı, kanunda özel bir vurguyla yer almış, davalının veya taraflardan birisinin muvafakatinin gerektiği hallerde; zımni muvafakatin kabul edilmeyeceği, bunun “açık” olması gereği özellikle ve net olarak ifade edilmiştir. Aynı şekilde, delil gösteren tarafın, diğer tarafın izni olmaksızın ona dayanmaktan vazgeçemeyeceği kabul edilmiştir.
HMK’nın bu ve benzeri konularda hâkime önemli görevler yüklediği, hatta önceki Kanuna nazaran daha aktif olmasını gerektirdiğini söylemek mümkündür. Bu bakımdan hâkimin bütün süreç boyunca dosyaya hâkimiyeti çok daha önemli hale gelmiştir.

Değerli meslektaşlarım,

Son olarak, kanun koyucu, HMK’nın yürürlüğe girdiği tarihte, derdest davalarda da derhal uygulanacağını kabul etmiş olduğundan, uygulamada birçok sorun yaşanmıştır. Bu sorunların yaşanmasının temel sebebi ise, HMK’nın geçiş hükümlerinin son derece yetersiz ve eksik bir şekilde düzenlenmiş olmasıdır. Hak kayıplarının yaşanabileceği alanlarda, açık geçiş hükümlerinin bulunmaması tartışmalara yol açmıştır.

Örneğin, basit yargılama usulünde dosyanın daha önce bir kez işlemden kaldırılması halinde yeniden işlemden kaldırılıp kaldırılmayacağı, yeni getirilen dava şartlarının derdest davalar bakımından geçerli olup olmayacağı, önceki yetki sözleşmelerinin veya tahkim anlaşmalarının akıbeti gibi konularda; en azından temel bazı düzenlemelerin yasada yeterince yer alması yaşanan sorunları azaltabilirdi düşüncesindeyim.

Sayın konuklar,

Bir başka konuda, 2004 yılında 5235 sayılı Kanun ile kurulması öngörülen ve Bölge Adliye Mahkemelerinin Adalet Bakanlığı tarafından hayata geçirilememesi de HMK’nın uygulanmasında büyük sorunlar yaratmıştır.

HMK, aslında on yıldır kurulmayı bekleyen Bölge Adliye Mahkemelerini dikkate alarak istinaf ve temyiz kanun yollarını düzenlemiştir. Uygulamada ne yazık ki HMK, yalnızca ilk derece mahkemelerinde geçerli olmuştur.

Kanun yolları konusunda, halen 1086 sayılı HUMK geçerliliğini korumaktadır. Bunun sistemde çelişki ve uyumsuzluk yarattığı kuşkusuzdur, HMK’da münhasıran Bölge Adliye Mahkemelerine görev verilen ve önceki kanunda yer almayan bazı hükümler ise bugün uygulanamamaktadır. Örneğin, kasten gerçeğe aykırı bilirkişi raporundan dolayı devlete karşı açılacak davanın nerede görüleceği belirsizdir. Aynı şekilde tahkimde öngörülen iptal davasının açılıp açılamayacağı, açılacaksa görevli merciin neresi olacağı da tartışmalıdır.

Değerli konuklar,

Bu konuda sorunların ne denli büyük ve önemli olduğunun en önemli örneği ise, ihtiyati tedbir kararlarıyla ilgili kanun yoluna başvuru konusunda temyiz yolunu kapayan Yargıtay’ın vermiş olduğu E. 2013/1, K. 2014/1 sayılı İBK’dır. Bu sonucun ortaya çıkmasında temel sorumlu olarak Adalet Bakanlığını görmekteyiz. Çünkü on yıldır bu mahkemeleri işlevselleştiremediği ve hayata geçiremediği gibi, açık ve kesin bir geçiş hükmüyle de bu görevlerin kime ait olduğu da düzenlenmemiştir.

Benzer bir sorun da; 6460 sayılı Kanunla mülga HUMK’a geçici 4. madde eklenmesinde de görülmektedir. Kanun yapma tekniği bakımından mülga bir Kanuna geçici madde eklenmesi düşündürücüdür. Öte yandan yine mülga Kanunda yer alan hükümlere dayalı olarak temyizde parasal sınırlar artırılmaktadır. Karar düzeltme yolu için parasal sınırların artırılmasının ise mülga kanunlarda dahi dayanağı bulunmamasına rağmen halen bu uygulama devam etmektedir. Bir kararın temyiz edilebilirliği veya karar düzeltme yolunun açık olup olmaması, yani kararın kesinliği hususu yasal dayanaktan yoksun veya tartışmalı bir şekilde uygulanmaktadır. Bu durum, hak arama özgürlüğünün ihlali anlamına gelmektedir.

Çok sayıda ve yoğun kanunlaştırmalar; pek çok sorun ve karmaşa yaratmakta, eksiklikler fark edilememekte, uygulama ise, eski alışkanlıklarını terk etmemekte ve bunları daha güvenli bulmaktadır. Bu bakımdan ne yazık ki HMK, pek çok açıdan amaçladığı hedefe ulaşamamış, davaları hızlandırıcı veya daha basit ve kolay çözüme ulaştırıcı bir etki gösterememiştir. Zira tek başına kanun değişikliğinin istenen başarıyı göstermesi mümkün değildir. Bu başarının gerçekleşmesi için bütün bunların uygulamaya yansıyarak hayata geçirilmesi gereklidir. Kanunun tümüyle uygulanabilmesinin yasal, fiziki, fiili ve idari koşulları da maalesef sağlanamamıştır.

İki gün sürecek sempozyumda yapılacak olan çalışmalarla uygulamada yaşanan olumsuzlukların giderilmesine ışık tutacak sonuçlara ulaşılacağından emin olarak beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.