ENERJİ VE HUKUK SEMPOZYUMU SONUÇ BİLDİRGESİ DÜZENLENEN BASIN TOPLANTISIYLA AÇIKLANDI

5480

Türkiye Barolar Birliği tarafından, TMMOB ve bağlı meslek odaları ile sektördeki diğer paydaşların da katılımıyla 14-15 Kasım 2014 tarihlerinde düzenlenmiş olan ve mevcut enerji durumu başta olmak üzere, enerji konusunun her yönüyle ele alındığı “Enerji ve Hukuk” konulu sempozyumun “sonuç bildirgesi”, 9 Aralık 2014 tarihinde Türkiye Barolar Birliği’nde düzenlenen basın toplantısıyla kamuoyunun bilgisine sunuldu.

Enerji kaynak, tedarik ve tüketimine ilişkin somut verilere dayanarak mevcut durumun tespitini yapan ve bu doğrultuda sorunları ve çözüm önerilerini de içeren “sonuç bildirgesi”, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu tarafından açıklandı.

Basın toplantısın katılan, Enerji ve Hukuk Sempozyumu’na katkılarını sunan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve TMMOB’a bağlı odalardan Petrol Mühendisleri Odası, Makina Mühendisleri Odası, Elektrik Mühendisleri Odası, Çevre Mühendisleri Odası, Maden Mühendisleri Odası ve Jeoloji Mühendisleri Odası başkan ve yöneticileri, basın mensuplarının sorularını cevapladı.

Enerjide dışa bağımlı olunduğunu ancak doğru politikalarla bu bağımlılığın ciddi şekilde azaltılabileceğinin altını çizen Feyzioğlu şöyle konuştu:

14-15 Kasım 2014 tarihlerinde Türkiye Barolar Birliği’nde enerji konusunun ülkemizdeki en donanımlı uzmanlarının katılımıyla çok önemli bir sempozyum düzenlendi: Enerji ve Hukuk.

Enerji Hukuku değil, Enerji ve Hukuk. Çünkü, sadece hukuk değil, enerji hukukunun konusu olan “enerji”, enerji kaynaklarımız ve enerji üretimimiz açısından çok boyutlu olarak incelendi.

Bugün de sonuç bildirgesini sizlerle paylaşmak üzere buradayız. Biz, siz değerli basın mensuplarını, çok değerli uzmanlarla bir araya getirmenin mutluluğunu ve gururunu yaşıyoruz. Kendilerine soru sormanızı teşvik ediyoruz.

İzninizle, bazı satır başlarını özetlemek istiyorum.

Türkiye, enerji tüketiminde % 72 oranında dışa bağımlıdır.

Bu bağımlılık, cari açığın başlıca sebebidir.

İthalat yapılan ülkelerin ve enerji kaynağının çeşitli olmaması, enerji güvenliğimizi tehdit etmektedir.

Enerjide dışa bağımlılık, milli menfaatlerimizi üstün tutan bir dış politika yürütme gücümüzü de kırmaktadır.

Hayati sakıncaları barındıran enerji politikamız, temelden değiştirilmelidir.

Türkiye, enerjide kurulu gücünün halen önemli bir kısmını kullanmamaktadır.

Türkiye, enerjiyi fevkalade verimsiz kullanmaktadır. Bir birim mal ve hizmet üretmek için, Avrupa ortalamasının iki misli enerji tüketmektedir.

Demek ki, enerji verimliliği, enerji politikamızın merkezinde yer almalıdır.

Enerji olmadan yaşam olmaz. Çevre katledilerek yaşam sürdürülemez.

Buna rağmen, hala enerji-ekonomi ve çevre üçlemesinde dengeyi gözetmeyen, kısa vadeli maddi çıkarları esas alan bir anlayış hakimdir. İnsan yaşamını tehdit eder boyutta doğaya zarar veren enerji üretimi uygulamaları birbirini izlemektedir. Emekçilerin canlarını hiçe sayan, kar odaklı acımasız bir madencilik anlayışı halen hüküm sürmektedir.

Maliyetleri düşürmek ve üç kuruş fazla kazanmak uğruna, insan yaşamından “tasarruf edilmekte”dir. Doğanın ve tarihin yok edilmesi; aklın, adaletin ve vicdanın sınırlarını çoktan aşmıştır.

“Enerji yatırımı” gerekçesiyle, mahkeme kararları “yok” sayılmaktadır. SİT alanı kararları değiştirilmekte, akarsular kurutulmakta, suya erişim hakları ipotek edilmektedir. Torba kanunlar arasına sıkıştırılan adaletten yoksun düzenlemeler, insan hayatı ve doğayla birlikte, hukuka inancı da katletmektedir.

Sürdürülebilir kalkınmadan, enerji-ekonomi-çevresi üçlemesinin optimumda dengelenmesi ilkesinden nasibini almamış ilkel bir anlayışın ürünü olan sözde “yatırımlar”, olumlu girişimlerin de önünü kesmektedir.

Yaşam damarlarına kastedildiğini gören halkımız, doğru düzgün, hukuka uygun, sosyal projelendirmesi yapılmış planlarla yürüyen yatırım projelerine de artık haklı olarak güvensizlikle yaklaşmaktadır.

Bir bilgenin dediği gibi, “Hoşnutsuzluk bir kez alevlendi mi, kötü işlerle birlikte, iyiler de beğenilmez.” Bu tepkiler, rüzgâr enerjisinden, başarılı bir madencilik uygulamasına kadar, her projenin halk tarafından sosyal anlamda haklı bir tepkiyle karşılanmasının altındaki sebeptir.

Son yıllarda ülkemizin her yanından yükselen “Termik santrale hayır”, “Nükleer santrale hayır”, “HES’lere hayır” haykırışlarına, son dönemde “Rüzgâra hayır” isyanlarının katılmış olması, işte bu duyarsız ve sorumsuz uygulamalardan kaynaklanmaktadır.

Halkın, yapılan işin doğru ve düzgün bir iş olduğuna ve yararlı sonuçlar yaratacağına ikna edilebilmesi için, enerji politikasının tüm uygulamalarıyla hukuka uygunluğunun sağlanması zorunludur. Aksi takdirde, istisnasız her enerji yatırımı, Türkiye’de yeni bir sosyal huzursuzluğun sebebi olacaktır.

“Enerji ve Hukuk Sempozyumu”nda, yetkin uzmanlarımızın yalın biçimde ortaya koyduğu gibi Türkiye, yerli ve özellikle yenilenebilir kaynaklar bakımından son derece zengindir.

Ülkemiz, enerji alanında yetişmiş insan kaynakları bakımından da çok yetkin bir birikime sahiptir. Yandaşların kayırılmadığı, sektörün yönetimi kademelerinde liyakat ve birikimin değer bulacağı bir yönetim anlayışıyla; enerji sektörü, cari açık kaynağı olmaktan çıkartılıp, ülke ekonomisini gönendiren bir konuma ulaşabilecektir.

Enerji kaynaklarımızın yanı sıra; tarım arazilerinin, zeytin ağaçlarının, denizler ve göllerin ve tüm doğal kaynaklarımızın; sadece bizlere değil, gelecek nesillere de ait olduğunu bir an bile akıldan çıkarmadan, onların da tüm bu kaynaklar üzerindeki hak ve hukukunu da gözeterek üretmeyi ve tüketmeyi başarabilmek zorundayız. Maharet, bu kaynakların ekosistemi gözeten ve mümkün olan en temiz, en verimli ve gelişmiş teknolojilerle, hukuka saygılı biçimde ve olabildiğince yerli mühendislik, işçilik ve müteahhitlik katkısıyla devreye alınabilmesinde ve bilinçli bir biçimde tüketilebilmesindedir.

Çözüm; ekosistemi gözeterek, iş güvenliğini sağlayarak, teknoloji üreterek ve hukukun üstünlüğü ve adalet anlayışını, tüm enerji faaliyetlerinin merkezine oturtarak, yerli ve yenilenebilir kaynaklarımızı daha fazla devreye alabilmekten ve atılan her adımda, verimliği sağlayabilmekten geçmektedir.

Bu vesileyle, katkı veren tüm bileşenlere, odalarımızın başkanlarına ve göğsümüzü kabartan bu sempozyumun düzenlenmesinde fedakârca çalışan Prof. Dr. Necdet Basa ile Necdet Pamir’e en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

SONUÇ BİLDİRGESİ İÇİN TIKLAYINIZ