‘Doğal Varlıklar ve Çevresel Etki Değerlendirmesi’ Semineri

9322

“DENGESİNİ BOZDUĞUMUZ EKOSİSTEM ARTIK KENDİ VARLIĞIMIZI TEHDİT EDİYOR”
‘Doğal Varlıklar ve Çevresel Etki Değerlendirmesi’ Semineri Kırklareli Barosu’nun Ev Sahipliğinde Düzenlendi

Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu tarafından 10 Ocak 2015 tarihinde Kırklareli Barosu’nun ev sahipliğinde Edirne ve Tekirdağ barolarının katkılarıyla “Doğal Varlıklar ve Çevresel Etki Değerlendirmesi” semineri düzenlendi. Seminerin ertesi günü ise Dereköy yolu Koruköy mevkiinde kurulmak istenen altın madeninde incelemelerde bulunuldu.

Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu tarafından Kırklareli Barosu’nun ev sahipliğinde Kırklareli Üniversitesi Kültür Merkezi’nde düzenlenen seminerde taş ocakları kapatıldıktan sonra doğaya verdiği zararlar konuşuldu.

Programın açılışını yapan ev sahibi Kırklareli Barosu Başkanı Av. Harun Saygılı şöyle konuştu:

Günümüzün en önemli sorunlarından biri, sınırlı sayıdaki doğal varlıklarımızın nüfus artışındaki aşırılık, bilinçsiz kullanım, plansız sanayileşme ve yapılaşmalar nedeni ile ciddi bir tehdit altında kalmasıdır.
Genelde tüm dünya, özelde ülkemiz ve bölgemiz bakımından, ciddi önem arz eden bu sorun, çözümde ivedilik arz etmekte, doğa ve insan arasındaki dengenin yeniden kurulması ihtiyacı her geçen gün daha da artmaktadır.

Doğal varlıklarımızın hızla tükendiği ve çeşitliliğin azaldığı gerçeği karşısında, soruna karar mekanizmasında yer alan ilgililerin dikkatlerinin çekilmesi, toplumda koruma bilincinin yerleşmesine katkı sağlanması, yakın gelecekte tüm insanlığın, başta beslenme olmak üzere bir dizi sorunla karşı karşıya kalmaması bakımından önem arz etmektedir.

Bu bağlamda, özellikle kamu ve özel sektöre ait kurum, kuruluş ve işletmelerin, yatırım kararlarında, çevre üzerinde meydana gelebilecek etkiyi belirlemek, tespit edilen olumsuzlukları önlemek, alternatifleri etkin bir biçimde dikkate almak hususunda, azami gayret sarf etmelerinin gereği de tartışmasızdır.

Doğal sit alanları, karaçam ormanları, orman içi dinlenme yerleri, sahilleri, akarsu ve kaynakları, gölleri, mağaraları, yöreye özgü bitki ve canlı türleri ile bir doğa harikası olan ilimiz bakımından da doğal varlıkların korunmasına olan ihtiyaç had safhadadır.

DENGESİNİ BOZDUĞUMUZ EKOSİSTEM KENDİ VARLIĞIMIZI TEHDİT EDİYOR

Seminerin açış konuşmasını yapan Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Av. Berra Besler, içinde yaşadığı doğaya, yaşamını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu kaynaklara geri dönülmez zararlar veren insanlığın bugün büyük bir küresel kriz ile karşı karşıya olduğunu kaydetti. Dengesini bozduğumuz ekosistemin artık kendi varlığımızı da tehdit ettiğini vurgulayan Besler şunları söyledi:

Neyse ki insanlığın sorun yaratmak kadar, çözüm üretmek gibi de bir meziyeti var. Çözüm ise bilimde ve hukukta… Bunu özellikle konuşmamın başında vurgulamak istedim. Yüzümüze kapanan kapıları açmak için iki anahtara ihtiyacımız var: Bilim ve hukuk… Sanırım bugün dünyanın karşı karşıya kaldığı sorunun büyüklüğü, bu iki anahtarın geç kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Ama artık sorun belli, çözüm de bellidir ve anahtarlar da elimizdedir. Gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmak, insanın varoluşunu tehdit eden krizden çıkabilmek için bilimin ve hukukun yolundan sapmadan yürümek zorundayız.

Bilimin ve hukukun demokratik iklimlerde yeşerip büyüdüğünü hepimiz biliyoruz. Öte yandan çağdaş demokrasi anlayışının olmazsa olmazlarından biri de katılımcılıktır. O nedenle dünya genelinde geniş halk kitlelerinde oluşan çevre bilinci de elimizde üçüncü bir anahtar olarak bulunuyor. Artık herkes biliyor ki dünyanın ve doğanın sınırları var. Doğal varlıklara verilen zarar, eko-sistemin dengesini bozuyor ve bozulan denge bütün yaşamı tehdit ediyor.

Evrensel hukukun temel bir insan hakkı olarak kabul ettiği sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının sağlanması ve bu hakka yönelik ihlallerin önlenmesiyle ilgili kuşkusuz devletlere büyük sorumluluk düşüyor. Bu hem uluslararası sözleşmeler hem de ulusal hukukumuz bakımından geçerli.

ÇEVREYİ KORUMAK KONUSUNDA SINIFTA KALMIŞ BİR İDAREMİZ VAR

Peki, ülkemizde, Türkiye’de neler oluyor? Bilim insanlarımız var, hukukçularımız var ve halkımızın bütün dünyayı hayrete düşürecek kadar gelişmiş bir çevre bilinci var. Maalesef bütün bunlara rağmen çevreyi korumak, çevre hakkının kullanımını sağlamak, ihlalleri önlemek konularında sınıfta kalmış bir de idaremiz var.

Hukuka aykırı olarak verilen ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) olumlu raporlarıyla, bu raporları durduran yargı kararları görmezden gelinerek hatta ÇED süreci by-pass edilerek dayatılan bilim ve hukuk dışı siyasi dayatmaların ürünü projelerle; sit alanlarımız, milli parklarımız, su havzalarımız, ormanlarımız talan edilirken, adeta bir ağaç katliamı yaşanıyor. Kuşlar yolunu şaşırıyor, vahşi hayvanlar şehirlere iniyor.
Sanki hukuka uygun, çevreye saygılı yatırım yapılamazmış, doğal varlıklara zarar vermeden ekonomik kararlar alınamazmış gibi; yatırımların hukuka uygun olmasını talep edenleri, kalkınma önünde engel gibi göstermeye çalışan bir yönetim anlayışımız var.

İşte bu anlayışla, Anayasa’ya aykırı olarak değiştirilen kanunlarla, “torba”lardan çıkan maddelerle, ülkemizin cennet köşelerini cehenneme dönüştürecek yapılar için yol açılıyor. Böylece hem evrensel hukuk, hem de Anayasamız çiğneniyor. Ağacını, deresini korumaya çalışan vatandaşlarımız yerlerde sürüklenirken, demokrasi katlediliyor.

Toplum yararından söz edenler iyi bilsinler ki, doğal varlıklara zarar veren hiçbir yatırım topluma yarar sağlamaz. Çünkü doğa kendinden alınanı asla affetmez. Pek çok örneğine tanık olduğumuz gibi doğa, kendinden alınanı er veya geç geri alacak kadar da acımasızdır. Toplum yararına yapılan bütün yatırımlar aynı zamanda doğaya, çevreye, çevre hakkına saygılı yatırımlardır. Doğrusu da budur.

SON YILLARDA BÜYÜK BİR ÇEVRE KIYIMI YAŞADIK

Bildiğiniz gibi, son yıllarda HES inşaatlarından, altın arama çalışmalarına, taş ve maden ocaklarından, havaalanı ve köprü inşaatlarına, katledilen zeytin ağaçlarından, otel inşaatlarına, Atatürk Orman Çiftliği’ne kondurulan saraya dek büyük bir çevre kırımı yaşadık.

Sayamayacağımız kadar çok hukuksuz projeye karşı meslek örgütlerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız ve halkımız büyük bir hukuki mücadele verdi, veriyor. Bu mücadele içinde yer alan bütün meslektaşlarımı, barolarımızı, ilgili meslek örgütlerini, sivil toplum kuruluşlarını ve demokratik hakkını kullanan halkımızı ve bu konuda son derece duyarlı olan gözü pek gençlerimizi verdikleri hak arama mücadelesinden dolayı kutluyorum. Dereköy ormanlık alanında kurulmak istenen altın madenine karşı başarılı bir hukuk mücadelesi veren arkadaşlarımı da buradan özellikle kutluyorum.

Doğal varlıklarımızı korumak, hukukun üstünlüğünü, yargı kararlarının uygulanmasını, halkın demokratik katılımını talep etmek, bir insanlık hakkı olan çevre hakkını ihlal edenlerle mücadele etmek yalnızca bir vatandaşlık görevi değil aynı zamanda sınır tanımayan bir insanlık görevidir de… Bizler bu görevi yılmadan sonuna kadar yerine getirmeye kararlıyız.

ÜLKEMİZDEKİ ÇEVRE TAHRİBATI 2014 YILINDA DA ARTARAK DEVAM ETTİ

Daha sonra kürsüye gelerek açış konuşmasını yapan Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi, Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Av. Ali Arabacı, ülkemizdeki çevre tahribatının 2014 yılında da artarak devam ettiğini söyleyerek sözlerine başladı.

Arabacı, “Dağlarımız, ovalarımız, ormanlarımız, derelerimiz, denizlerimiz, kentlerimiz suyumuz, toprağımız, havamız ağır bir saldırı altında…

İstanbul Kuzey Ormanları’nda, Antalya Phasalis’de, Soma Yırca’da, Amasra’da, Karabiga’da, Munzur Vadisi’nde, Tuz Gölü’nde, Cerattepe’de, Urla’da, Kazdağları’nda, Istranca’lar da İztuzu’nda, Mersin Akkuyu’da ve daha birçok yerde tahribat engel tanımadan sürüyor.

Devlet organları, anayasal ve yasal görevlerini bir yana bırakıp, çevre katliamcılarıyla işbirliği içinde… Her alanda onların işlerini kolaylaştırıyor; yasa değiştiriyor, yönetmelik değiştiriyor, yargı kararlarını uygulamıyor.

Yargı organı ise, istenilen ve beklenilen duyarlılıkta değil… Siyasal iktidarın ve güçlerin baskısını üzerinde hissettiği görülüyor; bağımsız değil…

Geleceğin planlamasına ilişkin bir halk baskısı da yok. Bir gelecek planı olmayınca her gün yeni bir inşaat ya da maden arama projesi üretmek mümkün oluyor.

Ve bu plansızlıklara, yağmaya, talana ve doğa katliamlarına karşı direnen bir avuç insan, bir avuç avukat, birkaç baro ve bazı meslek odaları, çevre dernekleri…

Ve Türkiye Barolar Birliği…

Bu kişi ve kuruluşların ellerindeki tek güç, tüm çabalara karşın yok edilemeyen hukuk kuralları, uluslararası sözleşmeler…

Tabii bu yolla yargıdan alma şansına sahip olabildikleri kararları uygulatabilirlerse; hayata geçirebilirlerse…

Gelinen nokta şudur: Kitlesel eylemlerle desteklenmedikçe, çevre tahribatından en çok yoksul halkın zarar gördüğüne onları inandırmadıkça ve eyleme onları katmadıkça hukukun etkili şekilde işe yaradığını ne yazık ki söyleyemiyoruz.

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BÜTÜN ÇEVRE HAREKETLERİNE DESTEK OLUYOR

Bu arada şunu söylemem gerekir ki; TBB, var gücüyle bütün çevre hareketlerine destek oluyor, dolaylı dolaysız içinde yer alıyor. Bugün adı duyulan neredeyse Türkiye’deki bütün çevre davaları, çevre hareketleri Komisyonumuzdaki arkadaşlarımız tarafından takip ediliyor.

Cerattepe’de onlar var, Urla’da onlar var, İzmir M.Kemalpaşa’da onlar var, Busa Uludağ, Orhangazi Cargill ve Orhaneli’de onlar var, Karadeniz’de onlar var, Munzur’da onlar var, Atatürk Orman Çiftliği’n de onlar, İztuzu’nda onlar, Akkuyu’da ve diğer yerlerde onlar var&S230;

TBB, koşulları oluştuğunda tüm yargılama giderlerini üstlendiği gibi, bazı davalarda da bizzat davacılar arasında yer almaktadır.

Komisyonumuz, panel, sempozyum, inceleme gezisi, kitap yayını gibi hizmetler sunarken, isteyen barolara da teknik yardımda bulunmaktadır.

Ben, komisyon arkadaşlarımın tümüne içten teşekkür ederken, son olarak Mersin Akkuyu Nükleer Santral davasını, yoğun emekle hazırlayan Fevzi Özlüer’e, Baturay Altınok’a, Cömert Uygar Erdem’e, Nurten Çağlar Yakış’a ve Ziynet Özçelik’e ve de hamile haline aldırmadan İztuzu’nda nöbet tutan, yargı sürecini takip eden Berna Babaoğlu Ulutaş’a ayrıca içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Duyarlı insanların çığlıklarına ve namuslu bilim adamlarının ısrarlı uyarılarına karşın, dünyamızın bu arada ülkemizin toprağı, havası, suyu neden yağmalanır, kirletilir ve yaşanmaz hale getirilir, sorgulamamız gerekiyor.

Yönetici sınıf neden buna engel olmaz? Sormamız gerekiyor.

Bana göre, sorularımızın yanıtını yönetildiğimiz sistemde aramamız gerektiğini düşünüyorum.

1990’lı yılların başından, özellikle SSCB’nin dağılmasından sonra dünyaya egemen olan neo-liberal kapitalist sistemin, çağdaş dünyanın düzeni olduğu tartışmasız kabul edilmektedir.

SİSTEM İNSAN EMEĞİNİ SÖMÜRÜRKEN ÇEVREYİ YOK ETMEKTEN ÇEKİNMİYOR

Bu dünya düzeni, çok insafsız; bizim gibi ülkelerde ise daha da insafsız. Bu sistem insan emeğini sömürürken, çevreyi de yok etmekten çekinmiyor.

Sistemin aktörleri, siyasal ve ekonomik olarak çok güçlüler. Gerektiğinde hükümetler düzeyinde işbirliği ve yardımlaşma sağlayabiliyorlar.

Sermaye ve bu sermayenin iktidar yaptığı yöneticilerse, insana ve doğaya karşı iç içeler.

Bunu Cargill’de, Bergama’da ve nükleer santral yatırımlarında gördük, yaşadık. Onların tek korkusu halktır, halkın bilinçli tepkisidir.

Onlar dünya kaynaklarını daha fazla kar elde etme hırsıyla alabildiğine yağma ve talan ederken, gezegenimizin ekolojik hali, öyle bir hızla kötüye gidiyor ki, bu facianın bilincinde olan dünya vatandaşlarının çabaları bunun önüne, bu kişilerin gücü nedeniyle maalesef geçemiyor.

Dünyanın yüzyıl ortasına kadar nüfusunun %50 artma olasılığı, küresel ısınmanın tehlike çanları ve enerji darlığı gibi öngörülere karşın aç gözlü kapitalist batının zenginlik ve egemenliğini sürdürmek için dünya kamuoyuna sunduğu tüketim sarhoşluğu içinde, insanlar kendilerine birçok tuzak hazırlandığını algılayamıyorlar.

Sistem, geleceği ve insanlığı korumak için yapılması zorunlu önlemlere karşı koyuyor, üzerine düşeni yapmıyor. Tek düşündükleri daha fazla kar elde etmektir.

Şu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor: Sermayeci kapitalist düzen var oldukça, bu düzen içinde bazı iyileştirilmelerin düşünülmesi, çevrenin yaşanır halde tutulmasına yetmeyecektir.

ÇEVRE KAPİTALİST DÜZENE DİRENMEDEN KURTULAMAZ

Çevre ve insanlık kapitalist düzene ve emperyalizme direnmeden kurtulamaz; doğanın insan eliyle iflas etmesinin, kapitalizmle doğrudan bağlantısı olduğunu, kapitalist sistemin çevre bilimle bağdaşmadığını görmemiz gerekiyor.

Doğaldır ki, çevre korunurken ekonomik büyüme ve sürekli gelişme de olmalıdır. Ancak bu gelişme biçimi hem dünya halklarının gelişmesine hizmet etmeli, hem de çevreye uygun olmalıdır.

Bir diğer konu; “sürdürülebilir kalkınma” kavramıdır. Bu kavram, 1992 Rio Toplantısı’nda tılsımlı bir kalkınma modeli olarak dünya kamuoyuna sunulmuştur.

Ama şu soruyu sormamız gerekiyor: Sürekli gelişme, sürdürülebilirlik kime yarayacak?

Tekelci sermaye acaba bundan ne anlıyor? Kalkınması gereken geniş halk kesimleri mi, yoksa sermaye sınıfı mı?

Bu kavramdan halkın kalkınması ve çevrenin korunması anlaşılıyorsa bizce sorun yoktur. Ama öyle olmadığını artık herkes biliyor. Bugün gelinen noktada artık, “doğayı koruma odaklı kalkınma” modeli kabul edilmektedir.

Temel çözüm, işbirlikçi küçük bir azınlık dışında ve ulusun büyük çoğunluğu ile çevreyi bir mal gibi gören ve kullanan serbest piyasacı kapitalist düzene ve emperyalizme karşı birleşmektir. Aksi halde güçlüler güçsüzleştirilmez ve eşitsizlikle mücadele edilmezse ülkemizde ve dünyada küresel tahribat giderek artacaktır” diye konuştu.

Açış konuşmalarının ardından başkanlığını TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Genel Sekreteri Av. Ömer T. Erlat’ın yaptığı birinci oturumda; İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Üyesi Av. Yakup Şekip Okumuşoğlu sunuş yaptılar.

Başkanlığını gazeteci-yazar Yalçın Bayer’in yaptığı ikinci oturumda ise; TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Üyeleri Av. Emre Baturay Altınok ile Av. Bedrettin Kalın görüşlerini dile getirdiler.

Avukatların yoğun katılım gösterdiği seminerin sonunda bir de sonuç bildirgesi yayımlandı.

SONUÇ BİLDİRGESİ İÇİN TIKLAYINIZ

 
 

Fotoğraflar


Fotoğraf 1

Fotoğraf 2

Fotoğraf 3

Fotoğraf 4

Fotoğraf 5

Fotoğraf 6

Fotoğraf 7

Fotoğraf 8

Fotoğraf 9

Fotoğraf 10

Fotoğraf 11

Fotoğraf 12

Fotoğraf 13

Fotoğraf 14

Fotoğraf 15

Fotoğraf 16

Fotoğraf 17

Fotoğraf 18

Fotoğraf 19

Fotoğraf 20

Fotoğraf 21

Fotoğraf 22

Fotoğraf 23

Fotoğraf 24

Fotoğraf 25