İNSAN HAKLARI GÜNÜ ETKİNLİKLERİ KAPSAMINDA “İŞ KAZALARI” KONULU PANEL GERÇEKLEŞTİRİLDİ

5685

FEYZİOĞLU: NEREDE BİR ACI, BİR İNSANLIK DRAMI VARSA BAROLARIMIZLA, MESLEKTAŞLARIMIZLA BİRLİKTE ORADA OLMAYA GAYRET EDİYORUZ

Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi tarafından 10 Aralık İnsan Hakları Günü Etkinlikleri kapsamında “İş Kazaları” konulu bir panel düzenlendi. Yaşama hakkı bağlamında iş kazalarının, işçi sağlığının ve meslek hastalıklarının konuşulduğu panelin açış konuşmalarını Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu ile İnsan Hakları Merkezi Başkanı Av. Serhan Özbek yaptı.

TBB Başkanı Feyzioğlu konuşmasına, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde katledilen, TBB İnsan Hakları Merkezi Bilim Danışma Kurulu Üyesi, Diyarbakır Barosu Başkanı Av. Tahir Elçi'yi anarak başladı.

Türkiye’nin giderek kutuplaşan, sertleşen ikliminde barolar ve Türkiye Barolar Birliği olarak köprü kurmaya gayret ettiklerini söyleyen Feyzioğlu, “Köprü insanlara böyle dönemlerde ateş ederler, böyle dönemlerde köprüleri uçurmak ister birileri” ifadelerini kullandı.

Tahir Elçi'nin vasiyetinin, silahların susması, şiddetin durması ve barış olduğunu belirten Feyzioğlu, "Vasiyeti barış olan Tahir Elçi'nin katledilmesi sonrası onu zerre kadar tanımayan ya da bilmeyenlerin zehirlerini daha hevesli bir şekilde akıtmaları içimizi acıtıyor" diye konuştu.

Öte yandan, iş kazalarının insan hakları sorunlarının en önemli başlıklardan biri olduğunu dile getiren Feyzioğlu, iş kazalarının önüne geçilebilmesi için gerekli tedbirlerin alınması ve işin sansa bırakılmaması gerektiğini vurguladı.

Türkiye Barolar Birliği olarak Soma maden faciasından hemen sonra çok ciddi bir çalışmaya girdiklerini kaydeden Feyzioğlu sözlerine şöyle devam etti:

Bir yandan Soma’daki acıları sarıp sarmalamak için sahaya indik, diğer yandan da bir daha tekrarlanmasın diye ne yapılabileceğini hem sahadan edindiğimiz verilerle hem de konunun uzmanlarını bir araya getirerek raporladık. Öyle sanıyorum ki bu güne kadar yapılmış en ciddi, en kapsamlı ve öğretici çalışmalardan biri ortaya çıktı.

Buradan İnsan Hakları Merkezimize ve Yasa İzleme Komisyonumuza, emeği geçen herkese bir kez daha teşekkür ediyorum.


Bugün de nerede bir acı, nerede bir insanlık dramı varsa barolarımızla, meslektaşlarımızla birlikte biz orada olmaya gayret ediyoruz.

Sözlerimi bitirirken İnsan Hakları Günü’nü coşkuyla kutlayacağımız günler için, insanı merkeze koyarak ve insana hizmet etmeyen, insanın değerini inkâr eden her türlü siyasi görüşü bırakarak el ele mücadele etmek düşüncesiyle ve kararlılığıyla coşkuyla kutlayacağımız bir 10 Aralık’a doğru yol alalım diyorum. Bugün için insan haklarını değil, insan haklarını sağlamak için yürüttüğümüz kararlı mücadeleyi kutlayalım. Kutlayalım ki yarın, insan haklarını coşkuyla kutlayacağımız günleri hak edelim.

Daha sonra kürsüye gelen TBB İnsan Hakları Merkezi Başkanı Av. Serhan Özbek ise şunları söyledi:

Konuşmama başlamadan, bu yıl sonsuzluğa uğurladığımız ve uzun yıllar uğraş verdikleri her alanda olduğu gibi, İnsan Hakları Merkezi Bilim Danışma Kurulumuzdaki çalışmalara değerli katkılar sunan Av. Teoman Ergül’ü, Av. Güney Dinç’i ve halen kurulumuz üyesiyken yitirdiğimiz Av. Tahir Elçi’yi rahmetle anıyor, anıları önünde saygıyla ve sevgiyle eğiliyoruz.

Merkezimiz adına, geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Av. Tahir Elçi’ye yönelen saldırının fail ya da faillerinin ve arka plan destekçilerinin ortaya çıkarılıp cezalandırılmasını sağlamak için yapılan çalışmalara etkin bir şekilde katılacağımızı belirtmek isterim.

“Özgürlük, eşitlik, barış” kavramları çağlar boyunca insanların hak mücadelesinde aşk ve tutkuyla sarıldığı kavramların merkezinde yer aldı. İnsanlık, yüzyıllardan beri insan haklarının geçerli olduğu, savaşsız, sömürüsüz bir dünya özlemi içinde oldu.

Çoğu, insanlığın yaşadığı acıların ve yüz yüze kaldığı tehlikelerin ardından oluşan evrensel belgeler, tarihin karanlık denizlerinde toplumlara yol gösteren birer deniz feneri olurlarken ve kendilerinden sonraki belgelere de kaynak oluşturdular. Bu bağlamda 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” de, modern insan hakları kuramının son derece önemli bir kaynağı olmuştur. Bildiri bildiğimiz gibi günümüzde de referans değerini korumaktadır.

“Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya” özlemi, bilimde ve teknolojide atılan dev adımlara karşın ne yazık ki yüzyılımızda da gerçekleşmiş değil. Ancak özellikle son 50- 60 yıl içerisinde insan haklarının, dünyada bir yandan yaygınlık kazanırken, yeni kuşak haklarla zenginleşmesi ve kimi koruma mekanizmalarının oluşması son derece önemlidir.

Ancak Evrensel Bildirgenin 67. yılında ülkemizdeki insan haklarına baktığımızda, yeni kuşak haklarla zenginleşmek bir yana, birinci kuşak haklarda (kişi dokunulmazlığı, kişi güvenliği, adil yargılanma, düşünce ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü hakları gibi) en temel olanlarıyla ilgili sınırlı kazanımların dahi tehlikede olduğunu görüyoruz.

Bu konuda TBB İnsan Hakları Merkezi organlarında ve grup çalışmalarında yapılan tespitlerden birkaç örnekleme yapacak olursak;

“Kişi Dokunulmazlığı” bağlamında “yaşama hakkı” ve “işkence ve kötü muamele yasağı” ihlalleri arttığı gibi, Merkez olarak izlediğimiz olaylarda gördüğümüz üzere, özellikle toplumsal hareketlerde bu ihlaller, yeni görünümlerle ortaya çıkmaktadır. Kolluktaki şiddet potansiyelinin ve alt kültürünün devleti yönetenlerce “bilinçli” olarak desteklendiğini, yorum gerektirmeyen açıklamalar ortaya koymaktadır. Bu tutumun doğal bir uzantısı olarak, kamu görevlilerinin yargılandığı süreçlerde “cezasızlık/ yaptırımsızlık” kültürü devam etmektedir.

Yaşama hakkı günümüzde, Diyarbakır, Suruç, Ankara’da yaşanan provokatif özellikli kitlesel kıyımların da tehdidi altındadır.

“Özgürlük ve Güvenlik Hakkı”nın ihlali niteliğindeki uygulamalar darbe ortamlarındakileri andırmaktadır. Yasal koşullara tümüyle aykırı olarak gerçekleşen yakalama, gözaltı ve tutuklamalar, koruma tedbiri olmaktan çıkarılıp “cezalandırma ve yıldırma” yöntemi haline getirilmiştir. İnsanlar özgürlük ve güvenlik hakkına aykırı olarak gelişigüzel “içeri tıkılır” ya da “içeri tıkılmakla tehdit edilir” olmuştur.

Düşüncenin dışa vurumunu anlatan ve demokratik toplumların özünü oluşturan “İfade Özgürlüğü” ve türevi özgürlükler (basın, bilim ve sanat, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlükleri gibi) hiçbir demokratik ülkede görülemeyecek fiili yöntemlerle, özellikle muhalif görüşte olanlar açısından geçersiz kılınmaktadır. Kayırılan kesimlerin nefret ve kışkırtıcı nitelikteki söylemleri, yönetenlerce engin bir hoşgörüyle karşılanırken, kişilere ve görüşlere karşı silah olarak kullanılmaktadır.

Anayasanın “basın hürdür, sansür edilmez…” hükmüne karşın, sektörel hâkimiyet, mali ve ekonomik baskı, basın mesleğine yönelen ceza, yıldırma yöntemleri, fiili sansür/ otosansür dayatmaları karşısında, ülkemizde, basının özgür olduğunu savunabilmek olanaksızdır. Son olarak Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmalarında yaşandığı gibi salt görevlerini yaptıkları için gazetecilerin tutuklanması başta olmak üzere, gazetecilere ve gazetelere yönelen şiddet, işten atılmalar, medya organlarına el konulması, patronaj baskısı, özünde halkın bilgi alma hakkına karşı yönelen yöntemlerden yalnızca birkaçıdır.

“Toplanma ve Gösteri Özgürlüğü” kapsamında yaşanan ihlallerin sistematik olarak muhalefeti bastırma ve yıldırmaya yöneldiği görülmektedir. Barışçıl muhalif gösteriler de dâhil olmak üzere gösterilerde kullanılan kolluk şiddeti sonucunda birçok kişi yaşamını yitirmektedir. Günümüz Türkiye’sinde de bu hak, demokratik ülkelerde olduğu gibi kullanımı devletçe kolaylaştırılan değil, başta can güvenliği olmak üzere birçok yönden olanaksız kılınan bir hak durumundadır.

“Din ve Vicdan Özgürlüğü” konusunda İHM bünyesindeki “Çalışma Grubu” tarafından hazırlanan Raporda yer alan şu tespiti sizlere aktarmak isterim: Raporda “…bir ilke olarak laiklik ve bir hak olarak din ve vicdan özgürlüğü, iktidarın dinsel alanda sınırlandırılmasına hizmet ederken ayrılmaz bir bütün olarak kavranmalıdır&S230; Türkiye’de bakıldığında, bu özgürlükle birleşik bir özellik taşıyan laiklik ilkesine, Anayasadaki güvencelere karşın saygı gösterilmemekte, ilke hayata geçirilememekte ve bu nedenle de din ve vicdan özgürlüğü korunamamaktadır… Bir değer yargısına değil, insan hakları hukuku alanında üretilen belge ve otantik kararlara dayanan objektif bir gerçek olan bu tespit, genel geçer bir soruna işaret etmektedir. Şöyle ki, raporda da gösterildiği gibi Hükümet, din ve vicdan özgürlüğü konusunda Türkiye aleyhine verilen ihlal kararlarının hiçbirini (!) (genel tedbirler anlamında) yerine getirmemiştir. Yine raporda gösterildiği gibi, diğer devletler aleyhine verilen ihlal kararları göz önüne alınarak, mevcut mevzuat ve uygulama da kural olarak, din ve vicdan özgürlüğü ile uyumlu hale getirilmiş değildir. Bu durum karşısında tespitimiz, aslında ülkede hüküm süren yapısal bir krize işaret etmektedir…” denmektedir.

Tüm bu sorun alanlarındaki ihlalleri yaptırıma bağlayıp engellemesi gereken yargı alanında ise “Adil Yargılanma Hakkı” ve bu hakkın, “bağımsız ve tarafsız mahkemelerde makul sürede yargılanma hakkı”, “suçsuzluk karinesi”, “savunma hakkı” gibi temel unsurlarına ilişkin olarak yaşanan ihlallerin niteliği göz önüne alındığında yargısal güvencenin geçerliliğinden bahsedebilmek olanaksızdır. Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasının ardından yargının yönlendirilmesi için daha pratik ve kullanışlı olduğu görülen “Özel Yetkili” Sulh Ceza Hâkimlerinin hukuksuzlukları ve önyargılı uygulamaları, herşey bir yana yargı etiği adına yüz kızartıcıdır.

Hak arama özgürlüğü bağlamında “Etkili Başvuru Hakkı”, bu yolun sonuç doğurabilir, işe yarar ve elverişli olmasını; hayali, soyut ve etkisiz olmamasını gerektirmektedir. Ceza yargılaması kural ve amaçlarına aykırı olarak, korkutma, itibarsızlaştırma, delil yaratma gibi Saiklerle yürütülen bu süreçlerin hiçbir demokratik ülkede normal karşılanması olanağı yoktur.

“Ayrımcılığı Yasağı” anlamında siyasal, etnik, cinsiyet, çocuk hakları, kadın hakları, mülkiyet hakkı, çalışma sendika ve sözleşme özgürlüğü, tutuklu- hükümlü hakları ve diğer temel hak alanları ne yazık ki yoğun ihlallerin yaşandığı sorun alanları durumundadır.

Ülkemizde yaşanan terör olayları nedeniyle uzun yıllar yakıcı bir hak olarak kendisini iç politikada dayatan “Barış Hakkı”nın, dış politikaya hâkim yanlış, tutarsız ve ilkesiz yönelimler nedeniyle geleceğimiz açısından önümüzdeki dönem için yaşamsal önem taşıyacağı anlaşılmaktadır.

Günün özelliği nedeniyle Merkez adına her yıl yaptığımız bu konuşmada, hak ve özgürlük başlıklarında bir genel değerlendirmenin yapmayı tercih ediyoruz. Az önce sözünü ettiğimiz sorunların yoğunluğundan ötürü, çok uzayacak haklar listesini ve ayrıntılarını konuşmamız çerçevesine sığdırabilmemiz ne yazık ki olanaksız. Güncele ilişkin bu değerlendirmeleri önümüzdeki dönem yayınlayacağımız ilgili konulardaki raporlarımızla kamuoyuna ulaştıracağımızı bilgilerinize sunarım.

Merkezimiz çalışmalarında ele aldığı konu başlıkları içerisinde çalışma yaşamına ilişkin olarak “Ekonomik ve Sosyal Haklar” konusu da yer almaktadır. Bu kapsamda önceki etkinliklerimizden bir tanesini de “Çalışma ve Örgütlenme Hakkı İhlalleri” konusuna ayırmıştık. Bugünkü toplantımızın konusu olan “İş Kazaları” bu hak başlığını ilgilendirdiği kadar kuşkusuz “Yaşama Hakkı” başlığını da ilgilendiriyor. Bu bağlamda insan yaşamını önemsemeyen bir üretim politikası, insani değerler açısından geçersizdir. Böyle bir üretim politikasının yönetsel ve ekonomik açılar­dan da sürdürülebilir olmadığı, çağımızda kabul görmüş bir gerçekliktir. Bu nedenle ülkemizdeki iş kazaları açısından sorun, yalnızca hu­kuki yönden sorumlulukların yaptırıma bağlanmasında değil, - çağdaş dünyada olduğu gibi - bu türden olasılıkların gerçek­leşmesinin önlenmesi noktasında da düğümlenmektedir.

Yakın geçmişte başta maden olmak üzere birçok işkolunda yaşanan büyük facialar biz hukukçulara önemli sorumluluklar yüklüyor. Bu sorumluluğun bir parçası olarak TBB İHM Kasım/ 2014’de “Soma Maden Faciası Raporu”nu yayınlamıştır. Yine Nisan/2015’de TBB Yasa İzleme Komisyonu çalışmaları sonucunda “Soma Maden Faciası Benzeri Kazaların Önlenmesine Yönelik Sistem ve Temel Mevzuat Önerileri Hakkında Rapor” yayınlanmıştır. Konuyla ilgili olarak Manisa Barosu ile birlikte yargılama sürecinde katılanlara vekâleten yer almaktayız, yürütülen hukuk ve idari yargılamaların içerisindeyiz. Bir başka adım olarak insan hakları etkinlikleri kapsamında bugün “İş Kazaları” konusunda bu paneli gerçekleştireceğiz.

Bu bağlamda güncelliğini ne yazık ki yitirmeyen konudaki Panelimize destek vermek için aramızda olan sayın konuşmacılara İnsan Hakları Merkezi olarak teşekkür ediyoruz.

Bu gün her yıl olduğu gibi gerçekleştireceğimiz bir başka etkinliğimiz “Karikatürlerle İnsan Hakları Sergisi”dir. Onuncusunu gerçekleştireceğimiz etkinliğin bu yıl konu başlığı “Seçme ve Seçilme Hakkı”dır. Önceki etkinlik konuları sırası ile şunlar olmuştur: “İnsan Hakları (2006)”, “İnsan Hakları ve Yargı (2007)”, “Evrensel Bildirinin 60. Yılı (2008)”, “Çocuk Hakları (2009)”, “Tutuklu ve Hükümlü Hakları (2010)”, “Kadın Hakları (2011)”, “Savunma Hakkı (2012)”, “Çalışma Hakkı (2013)”,“Göçmen Hakları 2014”.

Demokratik toplumlarda siyasal rejimi tanımlayan en belirleyici kavramlar arasında yer alan "seçim" yoluyla temsil anlayışı “çoğulcu” devlet biçimine içkin/ mündemiçtir ve iktidar meşruluğunu özünde bu kaynaktan almaktadır. Yine demokrasinin doğası gereği seçimin ‘eşitlik ilkesi’ üzerine kurulu olması gerektir. Ancak ülkemizde uzun süredir yaşanan seçim ve oylamalarda, demokratik özellik taşımayan “çoğunlukçu” bir tahakküm anlayışı; ‘istikrar’, ‘milli irade’, ‘hikmeti hükümet’ gibi argümanlarla anti demokratik ve yolsuz uygulamalara gerekçe üretir haldedir. Ülkemizde seçim yoluyla elde edilen “meşruluğun” iktidarın ‘kutsal’ niteliğini sona erdirmeye yetmediği görülmektedir. Birçok yönüyle netameli bu konuda, karikatür sanatçılarımızın sergilenip yayınlanacak eserlerinin bizleri yine – acı acı da olsa- gülümseterek düşündüreceğini biliyoruz.

Onuncu yılında artık gelenekselleştiği rahatlıkla söylenebilecek olan bu güzel etkinliği başlatan ve devamını sağlayan Merkezimizin önceki Başkanı Av. Prof. Dr. Rona Aybay’a, TBB Yönetimlerine; Sayın Nezih Danyal’a, Karikatür Vakfı Yöneticilerine ve karikatür sanatçılarımıza, TBB İnsan Hakları Merkezi olarak en içten duygularla teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Sözlerimize son verirken, her zaman Merkez çalışmalarımıza içtenlikle destek veren TBB Sayın Başkanı ve Yönetimine teşekkürlerimizi sunmayı bir borç olarak görüyoruz.

Bir dahaki yıl hak ve özgürlükler açısından daha aydınlık bir Türkiye’de birlikte olma dileğiyle.

Açış konuşmalarından sonra, TBB İnsan Hakları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi Av. Prof. Dr. Rona Aybay başkanlığındaki oturumda; Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aydın Başbuğ, İstanbul Barosu Üyesi Av. Çelik Ahmet Çelik, Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yıldırım Koç ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Başmüfettişi Şeref Özcan sunuş yaptılar.

Panelin ardından her yıl İnsan Hakları Günü nedeniyle Karikatür Vakfı işbirliğiyle hazırlanan “Seçme ve Seçilme Hakkı” konulu karikatür sergisinin açılışı yapıldı.