Basın Açıklaması

11249

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI’NIN, SAVUNMANIN BAĞIMSIZLIĞI VE ÖZGÜRLÜĞÜ İLE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KONULARINDA SON YAŞANAN GELİŞMELER ÜZERİNE 28 MART 2011 TARİHİNDE DÜZENLEDİĞİ BASIN TOPLANTISINDA YAPTIĞI AÇIKLAMA

 

İstanbul Barosu avukatlarından Sayın Akın Atalay, Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na gönderdiği 25 Mart 2011 tarihli dilekçesinde özetle; kendisinin Ergenekon Soruşturması kapsamında hakkında soruşturma yürütülen gazeteci Ahmet Şık’ın müdafi olduğunu, mahkeme tarafından verilen kısıtlama kararı nedeniyle soruşturma dosyasını inceleyemediği gibi iddianın ve suçlamanın dayanağı olan belge ve kanıtlara da ulaşamadığını, bu zor koşullar altında ve silahların eşitliği ilkesine aykırı biçimde müdafilik görevini yürüttüğünü, bu aşamada anılan soruşturmayı yürüten savcılık tarafından İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği 23 Mart 2011 tarih, 2011/397 değişik iş sayılı ve genel nitelikteki elkoyma kararına dayanılarak hazırlanan ve kolluk güçlerince kendisine 24 Mart 2011 tarihinde tebliğ edilen yazıda, mahkemenin elkoyma kararına konu “İmamın Ordusu isimli dokümanın ve tüm nüshalarının veya kitap taslağının, bunun üçüncü kişilerde bulunan nüshalarının, kitap haline dönüştürülmüş ise suretlerinin, içerik olarak aynı mahiyetteki evrak ve tüm nüshalarının, ayrıca konu ile ilgili her türlü bilgi ve belgelerin teslim edilmesinin” istenildiğini, “teslim edilmediği takdirde ve gerektiğinde arama yoluna gidileceğinin ve yine aksine davranılması durumunda hakkında hem CMK. madde 124 ve hem de örgüte yardım suçunu işlemekten dolayı işlem yapılacağının” bildirildiğini, bu durumun Avukatlık Kanunu’nun 36.maddesinde düzenlenen “sır saklama yükümlülüğüne” aykırı olmakla Ahmet Şık müdafi olarak sadece kendisini ilgilendirmediğini, kendi şahsında avukatlık mesleğine yöneltilmiş ağır bir saldırı olduğunu ifade etmektedir.

Değerli Basın Mensupları,

Somut olayda mahkemece verilen elkoyma kararının yasal dayanağını oluşturan CMK.nun 124.maddesinin son fıkrası “…şüpheli veya sanık ya da tanıklıktan çekinebilecekler hakkında bu hüküm uygulanmaz” hükmünü içermektedir. Yine CMK.nun 46/a maddesine göre meslekleri ve sürekli uğraşıları sebebiyle avukatlar veya stajyerleri veya yardımcıları tanıklıktan çekinme hakkına sahip olup bu hak “sahip oldukları sıfatları dolayısıyla veya yüklendikleri yargı görevi sebebiyle öğrendikleri bilgileri” kapsamaktadır.

CMK.nun 46 ve 124.maddelerinde düzenlenen ve avukatları da kapsamına alan “tanıklıktan çekinme hakkı”, Avukatlık Kanunu’nun 36.maddesinde düzenlenen “sır saklama yükümlüğü”nün doğal bir parçası ve uzantısıdır.

4667 Sayılı Yasa ile değişik 1136 Sayılı Avukatlık Yasası’nın 1/2.maddesi hükmüne göre avukat, “yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder.”
Yine on iki ülkenin baro temsilcilerinin 28.10.1988 tarihinde Strazburg’da yaptıkları toplantıda oybirliği ile kabul ettikleri Avrupa Birliği Barolar Konseyi Meslek Kuralları ile yine Avrupa Birliği Bakanlar Komitesinin Avukatların Özgürlüğü Metni, Sekizinci Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından kabul edilen ve Havana Kurulları olarak da bilinen Avukatların İşlevlerine İlişkin Temel İlkeler çerçevesinde; hukuka saygı ilkesi üzerine kurulmuş bir toplumda önemli bir role sahip olan Avukatın görevi, yasanın çizdiği sınırlar içinde sadece vekalet görevini özenle yerine getirmekle sınırlı olmayıp, hem adalete ve hem de hak ve özgürlüklerini savunmakla yükümlü olduğu yargılamaya tabi kişiler için vazgeçilmez değerdedir.

Yargının kurucu unsuru ve vazgeçilmez değerde olduğu için az yukarıda yollamada bulunulan ve ülkemizin de taraf olduğu Avukatların İşlevlerine İlişkin Temel İlkeler’in/Havana Kuralları’nın 16/a-c maddesi hükmüne göre, hükümetler avukatların; “hiçbir baskı, engelleme, taciz veya yolsuz müdahaleyle karşılaşmadan her türlü mesleki faaliyeti yerine getirmelerini, kabul görmüş meslek ahlak kurallarına, görevlerine, standartlarına uygun faaliyette bulundukları için kovuşturma veya idari, ekonomik veya başka bir yaptırımla sıkıntı çekmemelerini ve tehditle karşılaşmamalarını sağlamakla yükümlüdürler.”

Yine Havana Kuralları’nın 21.maddesi hükmüne göre; “ellerinde veya denetimleri altında bulunan gerekli bilgileri, dosyaları ve belgeleri, avukatların müvekkillerine etkili bir hukuki yardım verebilmelerini sağlayacak yeterli bir sürede ulaşmalarını temin etmek, kamu makamlarının görevidir.”

Havana Kuralları’nın 22.maddesi hükmüne göre hükümetler; “avukatlar ile müvekkilleri arasında mesleki ilişkiler kapsamındaki bütün haberleşme ve görüşmelerin gizli olduğunu kabul eder ve buna saygı gösterir.”

Diğer taraftan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “adil yargılanma hakkı” başlıklı 6.maddesinin 3/a-b maddesi hükmüne göre her sanık; “kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda ve ayrıntılı biçimde bilgili kılınmak, savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylılarla sahip olmak” haklarına sahiptir.
    
Gerek ulusal hukukumuzda, gerekse taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerde yer alan bu düzenlemeler karşısında, haklarında soruşturma yürütülen Ahmet Şık ve arkadaşları ile müdafilerinin muhatap oldukları muamele, bu bağlamda müdafi konumundaki avukat Akın Atalay’ın ve diğer avukatların elkoyma kararına konu belgeleri ibraz etmeye zorlanmaları, ibraz etmedikleri takdirde örgüte yardım suçunu işlemekten dolayı haklarında soruşturma açılacağı tehdidine maruz kalmaları ve yine müvekkilleri hakkında yürütülen soruşturmaya konu iddianın ve suçlamanın dayanağı olan belge ve kanıtlara ulaşamamaları nedeniyle müdafilik görevini yapamamaları çok açık biçimde hukuka aykırıdır.

Değerli Basın Mensupları,   

“Eğer konuşmamızın bir anlamı yoksa, hiçbir şeyin anlamı yoktur.” Bu sözler Albert Camus’ya ait. Bundan esinlenerek demek gerekir ki; siz basın mensupları ve biz avukatların konuştuklarının ve yazdıklarının eğer bir anlamı yok ise, yaptıkları işin hiçbir anlamı yoktur. O halde gazetecilerin ve avukatların yaptıkları işin anlamı olması için bağımsız, özgür, özerk olmaları gerekir. Anayasamızın 28.maddesinde “basın hürdür, sansür edilemez” denilmesinin, Avukatlık Kanunu’nun 1.maddesinde “avukat, bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder” diye yazmasının nedeni budur. Esasen her iki meslek de sadece ve sadece demokratik ülkelerde icra edilebilir.

Bunları ifade etmekten amacım, düzenlediğimiz basın toplantısının konusunu mesleğini icra eden basın mensupları ile avukatların yaşadıklarının bir özgürlük sorunu olduğunu ifade etmek içindir.

Avukat meslektaşımız Akın Atalay’ın mesleğini icra ederken karşılaştığı sorunu konuşmamın başında ifade ettim. Şimdi izninizle sorunun basın boyutu üzerinde durmak istiyorum. Şöyle ki; Anayasamızın 29.maddesi hükmüne göre süresiz yayınlar için önceden izin almaya gerek yoktur. Yine Anayasamızın 28/6.maddesi hükmü gereğince, süreli veya süresiz yayınların belirli suçlar için toplatılması hakim kararıyla veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yetkili merciin emriyle mümkündür. Bu bağlamda daha henüz basılmamış bir kitaba el konulması veya kitabın taslaklarının toplatılması, basın özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne, bilim ve sanat özgürlüğüne karşı çok ağır bir saldırıdır. Daha henüz basılmamış bir kitabın, bu kitaba ait bilgisayar kayıtlarının soruşturma aşamasında imha edilmesi ise hukuken hiç kimsenin yetkisinde olmadığı gibi “delil niteliğindeki” bu belgelerin yok edilmesi bunu yapanlar yönünden başlı başına bir suçtur. Zira suçlamanın dayanağı olan belge, bilgi ve kanıtlar yok edilmiş olmakla, sanık/şüpheli konumunda olanların kendilerini savunma olanağı ortadan kaldırılmış olduğu gibi iddia makamında bulunanların iddialarını kanıtlama olanakları da yok edilmiştir. Bu durumda kovuşturmayı yürütecek hakimin, kovuşturacağı ve karar vereceği bir husus da kalmamıştır.

Değerli Basın Mensupları,

Geride bıraktığımız yüzyılda demokrasinin başlıca muhalifi olan totalitarizmin, insanlığa yaşattığı derin ve unutulmaz acılardan hareket eden uygar dünya, insanların adaletsiz ve haksız biçimde ceza ve önlemlere maruz kalmamaları amacı ile başta anayasaları olmak üzere, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşme ve belgelerde, bireyi ceza yasalarının keyfi uygulamalarına karşı güvence altına alan hükümlere yer vermiştir.

Bu gelişmelerin dışında kalmayan Türkiye, 1926 yılında İtalyan Ceza Kanunu’ndan iktibas ettiği Türk Ceza Kanunu ile Almanya’dan iktibas ettiği Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nu, Avrupa Birliği hedefi ve uyum paketleri çerçevesinde yenilemek suretiyle 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu ile 5271 sayılı yeni Ceza Muhakemeleri Kanunu’nu kabul etmek suretiyle yürürlüğe koymuştur.

Bu değişiklikler kapsamında 12 Mart 1970 ara rejimi döneminde 1961 Anayasası’na ithal edilen, oradan da 1982 Anayasası’na taşınan Devlet Güvenlik Mahkemeleri, 5190 sayılı “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kaldırılmasına Dair Kanun” ile lağvedilmiştir. 

Ne var ki, kaldırılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin yerine, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni de aratan biçimde Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri getirilmiştir. İhtisas mahkemesi niteliğinde olmayan bu mahkemeler, hem bu nedenle gereksiz ve hem de yeni Ceza Muhakemesi Kanunu ile getirilen insan odaklı yargılama modelinin amacına ve ruhuna aykırıdır.

Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin görev, yetki ve yargılama usulleri, temel hak ve özgürlükler yönünden ciddi tehdit ve tehlikeler içermektedir. Öyle ki, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin tabi olduğu usulle, diğer Ağır Ceza Mahkemelerinin tabi olduğu usul, gerek savunma hakkının kullanılması, gerekse sanık haklarının güvence altına alınması ve gözaltı süreleri yönünden tamamen birbirlerinden farklıdır. O nedenle Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri ve bu mahkemelerin tabi olduğu usul, yargılama birliği ilkesine, kanun önünde eşitlik ilkesine ve adil yargılanma hakkına aykırıdır.

Bugünkü basın toplantısının konusunu oluşturan soruşturma ve bu soruşturma kapsamında yaşananlar dahil benzeri diğer soruşturma ve kovuşturmalarda yaşanan hukuk dışı uygulamaların kaynağı çok büyük ölçüde özel yetkili ağır ceza mahkemeleridir.

O nedenle “demokratik düzenlerin normal zamanlarının normal mahkemeleri olmayan”,  özel soruşturma ve yargılama usulleriyle, savunma hakkının kısıtlanması niteliğindeki gizlilik kararlarıyla, siyasi tehdit aracı gibi işleyen tarzlarıyla, mahkemeden daha çok devletin ideolojik aygıtı ve hatta ihtilal mahkemeleri gibi çalışan bu mahkemelerin ve yine bu mahkemeler için öngörülen özel usul hükümlerinin bir an önce kaldırılması gerekir.

Saygılarımla.

Av.V.Ahsen Coşar
Türkiye Barolar Birliği Başkanı
            

Fotoğraflar


Fotoğraf 1

Fotoğraf 2

Fotoğraf 3

Fotoğraf 4

Fotoğraf 5

Fotoğraf 6

Fotoğraf 7

Fotoğraf 8

Fotoğraf 9

Fotoğraf 10