25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü

12349

KADINA YÖNELİK HER TÜRLÜ AYRIMCILIĞI; EMEĞİNE, BEDENİNE VE KİMLİĞİNE YÖNELİK ŞİDDETİ REDDEDİYOR, DEMOKRASİYE VE EŞİT YURTTAŞLIĞA GÖNÜLDEN BAĞLI HERKESİ BU UTANCI SİLMEK İÇİN MÜCADELEYE ÇAĞIRIYORUZ

Uluslararası hukukun bütün çabalarına rağmen, hem dünyada hem de ülkemizde çığ gibi büyüyen kadına yönelik şiddet, çağımızın bir utanç kaynağı olarak insanlık onurumuzu yaralıyor.

Kadın erkek eşitsizliğinin bir sonucu olarak insan hakları ihlallerinin birinci derecede hedefi olan kadınların toplum hayatındaki yeri pek çok ülkede geleneklere ve dini kültüre göre belirleniyor, kamu otoritesi doğrudan doğruya kadının kimliğini ve onurunu hiçe sayan düzenlemeleri uygulamaya koyuyor.

Bugün dünyada milyonlarca kadın, çalışma hakkından, seyahat özgürlüğünde yararlanamıyor; pantolon giydiği için kırbaçlanabiliyor, bisiklete binmesi, sandalyeye oturması kamu otoritesi tarafından yasaklanabiliyor. Binlerce kadın mezhep savaşlarının yol açtığı acımasız dünyada canlarından oluyor, tecavüze uğruyor.

Türkiye’de de kadın, taraf olduğumuz uluslararası belgelere ve yasal düzenlemelere rağmen fiziksel, duygusal, ekonomik şiddetle ve acımasız emek sömürüsüyle karşı karşıya bulunuyor.

Evde, işte, okulda, sokakta, karakolda fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalan, çocuk yaşta evlenmeye zorlanan kadınların, namus veya töre adı altında yaşam hakları ellerinden alınıyor. Kadınlarımız daha çocuk yaşlardan itibaren en büyük şiddeti en yakınlarından; babalarından, eşlerinden hatta oğullarından görüyor.

Son on yılda kadına şiddetin yüzde 1400 arttığı, çocuk gelin sayısının yükseldiği bir süreçten geçiyoruz.

Kadın bedeni üzerinden yapılan siyasetin, onların ne giyeceğine, kaç çocuk doğuracağına, nasıl doğuracağına müdahale ettiğine, öğrenci yurtlarının sosyal alanlarının, ortaöğretim kurumlarının yemekhanelerinin ayrıldığına, en sorumlu makamdakilerin karma eğitimin yanlış olduğunu söyleyebildiğine tanık oluyoruz.

Dayatılan eğitim sistemiyle kız çocuklarımızın eğitimden uzaklaştırıldığını, geleceklerinin çalındığını gözlemliyoruz.

Kadınların yönetim kademelerine getirilmemesinin bedelini ödüyoruz.

Demokrasi ve kadına özgürlük adı altında uygulanan bu politikaların, kadınlara özgürlük getirmeyeceği gibi ülkeye de refah getirmeyeceği aşikardır. Dünya üzerinde kadınını eve kapatan gelişmiş tek bir toplum yoktur. Şiddeti yenememiş toplumlarda demokrasiden söz etmek ise mümkün değildir.

Hukukun üstünlüğünü, eşit yurttaşlığı, insan haklarını ve demokrasiyi yerleştirmek için kadına yönelik ayrımcılığı ve şiddeti silmek zorundayız.

Şiddete uğrayanların değil, şiddet uygulayanların utanç duymasını sağlamak zorundayız.

Cinsel taciz ve istismar davalarında mağdurların defalarca mağdur edilmesine, şiddet uygulayanların ise yeni suçlar işlemek üzere tahliyelerine yol açan uygulamaların terk edilmesini sağlamak zorundayız.

Tecavüze uğrayan kız çocuklarının ruhsal bütünlüğünün zedelenip zedelenmediğini soruşturan, kadın katillerine “haksız tahrik” adı altında ceza indirimi sağlayan erkek egemen adaleti değil, gerçek adaleti hakim kılmalıyız.

İnsan hakları mücadelesinde, kadına yönelik her türlü ayrımcılığı; emeğine, bedenine ve kimliğine yönelik şiddeti reddediyor, demokrasiye ve eşit yurttaşlığa gönülden bağlı herkesi omuz omuza mücadeleye çağırıyoruz.


Saygılarımızla.

Türkiye Barolar Birliği