İstanbul Barosu Staj Eğitim Merkezi

17671

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI AV.V.AHSEN COŞAR’IN, İSTANBUL BAROSU STAJ EĞİTİM MERKEZİ TARAFINDAN YENİ STAJ DÖNEMİNİN BAŞLANGICI NEDENİYLE 28 EYLÜL 2011 GÜNÜ DÜZENLENEN ETKİNLİKTE STAJYERLERE HİTABEN YAPTIĞI KONUŞMA

Sevgili Stajyerler,

Türkiye Barolar Birliği’nin Değerli Başkan Yardımcısı, Yönetim, Disiplin ve Denetleme Kurulu Üyeleri,

Değerli Baro Başkanları,

İstanbul Barosu’nun Değerli Yönetim Kurulu Üyeleri,

İstanbul Barosu Staj Eğitim Merkezi Yürütme Kurulu’nun Değerli Başkanı ve Üyeleri, 

Sevgili Meslektaşlarım,

Sizleri Türkiye Barolar Birliği adına, kendi adıma sevgi ve saygı ile selamlıyor, yeni staj döneminin yararlı ve başarılı olmasını diliyor, Türkiye Barolar Birliği’ni benim şahsımda siz sevgili stajyerlerle buluşturdukları için İstanbul Barosu Staj Eğitim Merkezi Yürütme Kurulu’nun Değerli Başkanı’na ve Üyelerine en içten teşekkürlerimi sunuyorum.  

Sevgili Stajyerler,

Sözlerime Amerikalı meslektaşımız Luis Land’in “Avukat” isimli şiiri ile başlamak istiyorum:

Ben Avukatım.

Kaba gücün yerine merhameti, adaleti, hakkaniyeti koydum.

İnsanoğluna diğerlerinin hakkına, mülkiyetine, hürriyetine saygıyı;

Vicdan, ifade ve toplanma özgürlüğünü ben öğrettim.

Haklı davaların sözcüsü;

Yoksulun, mazlumun, dul ve yetimin savunucusuyum.

Çarşıda pazarda onuru sürdürürüm.

Halkın sevmediği, popüler olmayan davaların şampiyonu benim.

Zulmün, baskının, bürokrasinin düşmanıyım.

On Emre giden yolu ben hazırladım

Yunanistan’da kölelerin, Roma’da esirlerin özgürlüğü için savaştım.

Stamp Act ile ben mücadele ettim.

İnsan Hak ve Özgürlükleri Bildirgesi'ni ben yazdım.

Köleleri ben savundum.

Kölelik karşıtıyım.

Kölelikten Kurtuluş Bildirgesini yayımlayan bendim.

Her ülkede, her iklimde haini cezalandırır, masumu korur, düşeni kaldırır, adaletsizliğe ve vahşete karşı çıkarım.

Tüm savaşlarda özgürlük için savaşan bendim.

Halkın yaygarasına ve çoğunluğun despotluğuna karşı duran benim.

Adaletin gerçekleşmesini engelleyen önyargı olmasın diye, zenginleri savunur; Yoksulun tüm hak ve imtiyazları teslim edilsin diye davasında ısrar ederim.

Irk, renk, sınıf, cinsiyet ya da din ayrımı yapmaksızın insanlığın eşitliği için çalışırım.

Hilebazlıktan, dalavereden ve sahtekarlıktan nefret ederim.

Adaletten ödün vermekten ya da menfaati zıt iki müvekkile hizmet etmekten yasaklıyım.

Geçmişin muhafazakarı, bugünün liberali, geleceğin radikaliyim.

Adaleti ve hakkaniyeti gerçekleştirmek için uzlaşmaya inanırım;

Aynı nedenle şekilciliğin ve kırtasiyeciliğin Gordion düğümünü kesip atarım.

Tüm buhranlarda insanlığın lideriyim.

Dünyanın günah keçisiyim.

İnsanlığın haklarını avucumun içinde tutarım da,

Kendi haklarımı sağlamayı bir türlü beceremem.

Ben öncüyüm.

Geçmişten vazgeçecek, bugünü ve var olanı yıkmak isteyecek en son kişiyim.

Ben, adil hükümdar, dürüst yargılayıcıyım.

Mahkum etmeden önce dinler, herkes için en iyiyi araştırırım.

Ben Avukatım.

Okuduğum bu şiir, belki kimilerine iddialı, kimilerine de idealize edilmiş gibi gelebilir. Böyle düşünenlere verilecek yanıt tarihin tanıklığıdır. Luis Land de esasen şiir yazmamış, avukatlık mesleğinin tarihini yazmıştır.

Zira dünya siyasi tarihinin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, başta Fransız İhtilali, Amerikanın Bağımsızlığı, dünyanın ilk yazılı anayasası olan Amerikan Anayasası gibi devrim niteliğindeki tüm eylemlerde, dünya tarihini değiştiren ve dönüştüren tüm siyasi olaylarda, gerek eylem, gerekse düşünce lideri olarak avukatlar vardır.    

Değerli Stajyerler,

Avukatlık mesleğinin kökleri kadim Yunan’a kadar gider. Tarihin yazımlayabildiği kadarıyla ilk Baro Atina’da kurulmuştur. Dracon ve Solon Atina Barosu’nun ilk avukatlarıdır. Kadim Yunandaki kabule göre, ancak özgür kişiler avukatlık yapabilirlerdi. Kölelerin avukatlık yapma hakkı yoktu. Bunun nedeni kölelerin özgür olmamaları ve avukatlık mesleğinin soylu bir görev olarak kabul edilmesiydi.

Aynı şekilde Roma’da da sadece özgür olan erkekler avukatlık yapabiliyordu. Bekar kadınların baba, evli kadınların ise koca otoritesi altında olmaları, bu bağlamda bağımsız olmamaları nedeniyle avukatlık yapma hakları yoktu. Avukat olmak Roma’da önemli mevkileri elde etmenin bir aracıydı. Bu bağlamda, konsül olduğu zaman Cicero ve yine Cesar  avukattı. Roma’nın ünlü avukatlarından Caton’a göre avukat: “Konuşmasını, inandırmasını bilen namuslu adamdır.

Kaba gücün, işkencenin, engizisyonun egemen olduğu Ortaçağ’da avukatlık mesleği çok fazla bir gelişme gösteremedi. Zira bu süreçte kanıtlar, işkence ve itirafla elde edildiği için savunma gereksiz kabul ediliyordu.

Avukatlık mesleği Rönesans ile birlikte yeniden gelişme göstermeye başladı. Bu dönemde avukat, “Yumuşak, sakin, Tanrı’dan korkan, gerçeği ve adaleti seven kişi” olarak tanımlanıyordu. Yine bu dönemde Fransa’da avukatlar mesleklerini ikamet ettikleri yer dışında da yaptıkları için “adaletin gezici şövalyeleri” olarak nitelendiriliyordu.

18. Louis’in “Fransa Kralı olmasaydım, Bordeaux’da avukat olmak isterdim” dediği rivayet edilir.

Montesquieu’nun, “Lettress Persanes” isimli eserinin kahramanı olan yargıç şunları söyler: “Avukatlar bizim için canlı kitaplardır. Görevleri bizi, aydınlatmaktır.

Sevgili Stajyerler,

Tarih, mesleğimizin tarihi bize bunları söylüyor. Ama sizler tarih, yani geçmiş değil, geleceksiniz, mesleğimizin geleceğisiniz. Mesleğimizin geleceği olarak stajınız bittikten sonra sahip olacağınız tarihsel miras budur. Bu mirasın değerini iyi biliniz, onu iyi koruyunuz ve zenginleştiriniz.   

Baroların Türkiye’de oluşmasına zemin oluşturan en önemli aşama, felsefesi ve amacı hukuk yoluyla toplumu dönüştürme projesi olan ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında kabul ve ilan edilen 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile onu izleyen 1856 tarihli Islahat Fermanı’dır.     

Her iki fermanla birlikte başlayan hukuki ve toplumsal dönüşüme bağlı olarak 17.Haziran.1880 tarihinde İstanbul Hukuk Fakültesi kurulmuş, 1876 yılında yürürlüğe konulan Nizamiye Mahkemeleri Dava Vekilleri Hakkında Tüzük ile birlikte, dava vekilliği, yani avukatlık yapacak olanların hukuk mektebi mezunu olmaları, yabancı bir hukuk fakültesini bitirmiş iseler diplomalarını hukuk mektebine onaylatmaları, 21 yaşını doldurmaları, devlet memuru ve tüccar olmamaları, iflas etmemiş bulunmaları, mahkum olmamaları koşullarının yanı sıra, ruhsat alma ve bunun için de az yukarıda sözü edilen tüzükle kurulması öngörülen Cemiyeti Daime’ye, yani Baroya kaydolma zorunluluğu getirilmiştir.  

Bu gelişmeler çerçevesinde İstanbul Barosu 05.Nisan.1878 tarihinde kurulmuş, bunu ilk kez avukat deyiminin kullanıldığı 1882 tarihli Doğu Rumeli Vilayeti’ne ait Avukatlık Yasası ile 23.Şubat.1916 tarihli Memaliki Osmaniyede Bulunan Yabancıların Hukuk ve Vazifeleri hakkındaki geçici yasa izlemiştir.  

Türkiye’de çağdaş anlamda avukatlık mesleğinin başlangıcı, aynı zamanda ülkemiz aydınlanmasının başlangıcı ve tıpkı Tanzimat gibi hukuk yolu ile toplumu dönüştürme projesi olan Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte olmuştur.

Engin dehası ile bizlerin önünü açan ve sahip olduğu üstün donanımları ile tarihimizi hızlandıran Büyük Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yılında ve daha henüz Cumhuriyetin ilk Anayasası olan 1924 Anayasasını yürürlüğe koymadan, avukatlık mesleğini Batı normlarına uygun biçimde düzenlemek amacı ile 03 Nisan 1924 tarihli ve 460 Sayılı Muhamat, yani Avukatlık Kanunu’nu çıkartmıştır.

Büyük Atatürk’ün Ankara Hukuk Fakültesi’nin açılışında yaptığı konuşmada yer alan “… Yeni toplum yaşamının kurucusu ve güçlendiricisi olmak amacıyla öğrenime başlayan sizler, Cumhuriyet döneminin gerçek hukuk bilginleri olacaksınız. Bir an önce yetişmenizi ve ulusun isteğini eylemsel olarak tatmine başlamanızı ulus sabırsızlıkla beklemektedir. Sizi yetiştirecek olan profesörlerin üzerlerine düşen görevi hakkı ile yerine getireceklerine eminim. Cumhuriyetin yaptırımı olacak bu büyük kurumun açılışında duyduğum mutluluğu hiçbir girişimde duymadım, bunu açığa vurmakla ve belirtmekle hoşnudum.” sözleri Atatürk’ün hukuka, yargıca, savcıya, avukata verdiği önemi ve değeri gösterir.

Değerli Stajyerler,

460 Sayılı Muhamat Yasası’nın, değişen dünya ve ülke koşullarına uygun olmaması ve gereksinimi karşılamada yetersiz kalması nedeni ile başlatılan çalışma sonucunda, özellikle kıta Avrupa’sındaki ülkelerin avukatlıkla ilgili yasa, tüzük, yönetmelik gibi mevzuatları da göz önüne alınarak 01 Aralık 1938 tarihinde 3499 Sayılı Avukatlık Kanunu yürürlüğe konulmuştur.

3499 Sayılı Avukatlık Kanunu ile avukatlık mesleğine getirilen en önemli özellik, avukatlığın kamu hizmeti olarak ifade ve kabul edilmiş olmasıdır. Yaklaşık 31 yıl yürürlükte kalan 3499 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun yerine 19 Mart 1969 yürürlük tarihli olan 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu almıştır.  

Birçok hükmü değişmiş olmakla birlikte, halen yürürlükte olan 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu hükmüne göre, avukatlık ‘kamu hizmeti’ ve ‘serbest’ bir meslektir. Bu konumu ile avukatlık, yargılama faaliyeti içinde ‘sine qua non’ konumunda bulunan vazgeçilmez bir unsur ve hukuk güvenliğinin bir parçasıdır.

Avukatlık mesleği sadece bilgi mesleği değil, aynı zamanda bir cesaret mesleğidir. Özellikle siyasi davalarda avukat cesur olmalı, tutuklanmak dahil, başına her şeyin geleceğini bilmelidir.

Bu konu ile ilgili olarak iki örnek vermek isterim. Birincisi Marie-Antoinette’in avukatı Chaveau-Largarde, ikincisi, Napolyan’a suikasttan sanık Moreau’nun avukatı Bonnet.

Yargılama aşamasında “Ben, konvansiyona iki şey sunuyorum: Gerçeği ve kafamı. Birincisini dinledikten sonra, ikincisi hakkında dilediğiniz gibi karar verebilirsiniz.” diyen Chaveau-Lagarde savunmasının sonunda tutuklanmış, Bonnet ise Napolyon tarafından sürgüne gönderilmiştir. 

Mesleğini yerine getirirken avukat özgür ve bağımsız olmalıdır. Esasen bağımsızlık avukatlık mesleğinin karakteridir. Onun için avukatlık bir serbest meslektir. Bu bağlamda avukat, hiç kimseden emir almamalı, bağımsızlığını zedeleyecek işleri ve görevleri kabulden kaçınmalıdır.

Ünlü Baro Başkanı Carpentier’e göre bağımsızlık: “Bütün bir fikri ve manevi alemi kapsayan, bütün düşünceleri, hasletleri, bireyi insan sürüsünden ayırıp onu insan kılan her şeyi kapsayan sözcüktür.”            

Avukatın bağımsız ve özgür olması gerektiği konusunda söylenmiş en güzel söz Molierac’a aittir. Şöyle diyor Molierac: “Görevimizi yaparken kimseye, ne müvekkile, ne yargıca ve ne de iktidara tabiiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiçbir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin, en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar esir kullanmadılar, fakat efendileri de olmadı.” 

Değerli Stajyerler,

Avukatlık bir güven mesleği olmakla, avukat güvenilir kişi olmalıdır. Kamunun, müvekkilinin, yargıcın kendisine olan güvenini ve inancını sarsmamalıdır. Mesleğini özenle yerine getirmeli, sır saklamasını bilmeli, gerek adaletin ve yargının, gerekse mesleğin onurunu ve şerefini her şeyin üzerinde tutmalıdır.

Müvekkili ile bütünleşmek suretiyle objektifliğini yitiren, bu suretle taraf konumuna gelen avukat müvekkilinin hakkını yeterince koruyamaz. Onun için avukat görevini ifa ederken objektif olmalı, müvekkili ile asla bütünleşmemelidir.

Avukat üslupta yumuşak, eylemde sert olmalıdır. Bu bağlamda yazarken de, konuşurken de düşüncelerini ve argümanlarını nezaketle ortaya koymalı, hukuk dışı açıklamalardan kaçınmalı, savunma sınırını aşmamalı, düzeyini düşürmemeli, her koşulda nezaketini korumalıdır. Böylesi bir davranış, böylesi bir üslup daha etkili olacaktır.    

Değerli Stajyerler,

Paris Barosu önceki Başkanlarından Rousse’ya göre avukat; “Bütün memleketlerin yerlisi, bütün yüzyılların çağdaşı”dır.

Rousse’nun son derece isabetli olan bu tespitinden hareketle demek gerekir ki; tüm insanların dünyevi güçlerden ve ülkelerden özgürlük ve adalet konusunda doğru dürüst davranış standartları beklemeye, insan haklarına saygılı olmalarını istemeye hakları vardır.

Bu standartların, hukukun ve insan haklarının kasti veya gayri ihtiyari ihlallerine tanıklık etmek ve cesaretle karşı koymak avukatların ve Baroların en önde gelen görevidir.

Onun için Avukatlar, belli bir kamu için ve o kamu adına mesajı, görüşü, tavrı, felsefeyi ya da tanıyı temsil etme, cisimlendirme, ifade etme yetisine sahip olan bireyler olmak zorundadırlar.

Avukatlık mesleğinin yüklediği bu sorumluluk avukatlara; kamunun gündemine sıkıntı veren soruları getirmek, slogan, ortodoksi ve doğma üretmektense bunlara karşı çıkmak, hükümetlerin, cemaatlerin, derneklerin, şirketlerin, özetle  hiç kimsenin adamı olmamak, unutulan ya da sümen altı edilen sorunları kamunun gündemine getirmek, hukuk ve insan hakları ihlallerine tanıklık ve bunlarla mücadele etmek görevlerini yükler.

Sevgili Stajyerler,

Mal mülk edinmekten, şan ve şöhreti önemsemekten utanmıyorsunuz, ama ruhunuzla ilgilenmekten kaçınıyorsunuz.” Bu sözler bilge Sokrates’e ait. Ünlü savunmasında söylüyor bunları.

Michel Foucault’nun “Benlik Teknolojileri” isimli eserinde ifade ettiği üzere, insanın ruhu ile ilgilenmesi, yaşam felsefesinin iki temel ilkesini içerir: Bu ilkelerden birincisi “kendine dikkat etmektir”, ikincisi “kendini bil-mektir.” Bu iki ilkeden insanın kendisine özen göstermesini, ilgi göstermesini emreden “kendine dikkat etmek” ilkesi, tefekkürden daha çok bir eylem, bir teknik olan “kendini bil” ilkesine işlerlik kazandırır.

Her iki ilke de “ben’in inşası” ile ilgilidir. Çok daha sonraları Hıristiyanlık öğretisi tarafından uygulanan nefsin köreltilmesi, dünyevi arzulardan kurtulmak için tefekküre dalmak, ruhani yöneticilere mutlak itaat, kefaret süresinin sonunda günah çıkarmaya hazırlık olarak vicdanın sorgulanması gibi “öz-inceleme/öz çözümleme” tekniklerinin kökü Stoacı felsefeye kadar uzanır.

Stoacı felsefenin uyguladığı bu tekniklerin amacı, kişinin bu dünyanın gerçekleriyle daha etkili biçimde baş edebilmesini sağlamaktır. Diğer bir deyişle amaç, insanın kendisini sadece öteki dünyaya değil, bu dünyaya da hazırlamasıdır.

Alkibiades I” isimli eserinde Platon, bilge Sokrates’in siyasal yaşamına henüz daha yeni başlamak üzere olan ve bunun için de iktidara odaklanan genç öğrencisi Alkibiades’i, gelecekteki siyasal yaşamın sorumluluklarına hazırlamak için ona kendine dikkat etme/kendine özen gösterme tekniğini öğretişini anlatır. Yazılış tarihi kesin olarak belli olmayan, sanal bir Platonik diyalog olması da olası olan “Alkibiades I” diyalogunun birinci ilkesi “kendine dikkat etme/kendine özen gösterme” ilkesidir.

Çok uzun olan ve Sokrates’in “Genellikle kendimizle ilgilendiğimizi sanırız, ama gerçekte kendimizle ilgilenmediğimizi pek fark etmeyiz. Kendimizle ilgilenmek ne demektir, söyle bana? Bir insan kendisiyle ne zaman ilgilenmiş olur? İnsan kendisine ait şeylerle ilgilenirse, kendisiyle ilgilenmiş olur mu?” sözleriyle başlayan diyalog, yine Sokrates’in “Alkibiades, mutlu olmak için, senin de, şehrin de edinmesi gereken şey iktidar değil, erdemdir” sözleriyle sona erer.  

Alkibiades ile Sokrates arasındaki bu diyalogu bizim avukatlık mesleğine ve meslek kurallarına uyarladığımızda söylenmesi gereken şey: meslek kuralları dediğimiz ilkeler toplamının, gerçekte bir avukatın kendisiyle ilgilenmesinden, kendisine özen göstermesinden, kendisine dikkat etmesinden ibaret olduğudur.

Bunun için de avukatın önce insan olarak -kendini bil-mesi gerekir. Zira -kendini bil-meyen avukat, kendisini ve işini iyi yapamaz. O halde biz avukatların ve yarın avukat olacak olan sizlerin öncelikle edinmesi gereken şey “erdem”dir.

Sevgili Stajyerler,

Annemarie Pieper”in “Etiğe Giriş” isimli özgün eserinde ifade ettiği üzere, her şeyin hesaplanabilir bir büyüklüğe indirgendiği, gerek insanlar arasında, gerekse uluslararası alanda dayanışmaya açık ve hazır olma isteğinin giderek azaldığı, paranın hemen her şeyi biçimlendirdiği bir çağda yaşıyoruz. Böyle bir çağda felsefenin bir disiplini olan ve kendini ahlaki eylemin bilimi olarak tanımlayan “etik”, yaşamın tek yönlü kaygılarla rasyonalize edilmesine yönelmiş olan bireysel çıkar ve hesapların yıkıcı etki ve sonuçlarını eleştirel bir aynadan yansıtan önemli bir uyarıcı ve yol gösterici görevi üstlenmiştir.

Pieper’ın da vurgu yaptığı üzere “etik” bize, kendisini sadece paraya, mala, mülke, bireysel çıkarları en üst düzeye çıkarma kaygılarına sabitlemiş niceliksel düşünce karşısında; bütün bunlara sığmayan, bunları aşan, pratik aklın ahlaksal yetkinliği ile doğrulanmış olan özgürlük, eşitlik, adalet, hoşgörü, erdem gibi soylu amaç ve hedefleri sunan bir nitelikler dünyasının var olduğunu anlatır.

Bu niteliksel değerler, kolektif sorumluluklarının bilincinde, ahlaksal talepleri genel bağlayıcı talepler olarak benimseyen ve yaşamlarında bunları kendilerine mal etmiş olan bireylerin, kendi kaderlerini tayin etme hakkını, bütün hakların en üstüne koyan bir yaşama biçiminin ahlakını sunar. Bireye ahlaki eylemin anlamının sistematik biçimde aktarılması, ancak etik aracılığı ile olur. Ama etik, ahlaki eylemin yerini tutmaz, sadece bu türden eylemlerin bilgiye dayalı yapısını ortaya çıkarır.

Aristoteles’un “Nicomachean Ethics” isimli özgün eserinde ‘Pratik, hem etiğin var olma koşulu ve hem de onun hedefidir. O nedenle soylu olan üzerine, adil olan üzerine, kısaca sitede bilim üzerine verilen dersten yararlanmak isteyen kişi, soylu bir temel alışkanlığa sahip olmalıdır.” diyerek vurgu yaptığı üzere, pratiğin bilimi olarak etik, bilgi adına değil, eylem adına harekete geçen ahlaki bir eylem kuramıdır. Öyle olduğu için etik, kuram oluşturmak amacıyla geliştirilmiş olmadığı gibi, entelektüel zevklere ve züppeliklere hizmet eden düşünsel bir uğraş da değildir. Bütün bunlardan uzak bir kuram olarak etik, uygulamada kendini gösteren, yani eylem üreten bilgi olarak düşünce ile eylemin birlikteliğidir.  

Aristoteles’ten hareketle demek gerekir ki, avukatlık meslek etiğinin özünü oluşturan pratik, avukatlık mesleğinin günlük yaşam pratiğidir. Onun için avukatın, gerek kendi varlığının, gerekse mesleki yönden iyi olmasının koşulları hakkında aydınlatılmış bu günlük yaşam pratiğinin ahlakını iyi bilmesi ve bunu içselleştirmesi gerekir. 

Değil ise ne mi olur? Mesleğine ihanet eder. Ve Sait Faik’in dediği gibi “Mesleğe ihanetle başlar her şey.” Yani bir kez mesleğinize ihanet ettiniz mi, arkasından arkadaşlarınıza da, dostlarınıza da, ailenize de, ülkenize de ihanet edersiniz.        

Sevgili Stajyerler,

Sokrates’in öğütlediği kendimizle ilgilenmek, kendimize dikkat etmek, kendimize özen göstermek ilkeleri, aynı zamanda bizlere, meslek örgütümüz olan barolarımızla da ilgilenmek, üyesi olduğumuz barolarımıza da dikkat etmek, özen göstermek görevlerini ve sorumluğunu yükler.

Onun için bizim “Baro bizim için ne yapıyor” değil, “Biz Baromuz için ne yapabiliriz, ne yapmalıyız” dememiz ve de yapmamız gerekir. Eğer hep birlikte Baromuza, mesleğimize, ülkemize, ülkemiz hukukuna emek verirsek, omuz verirsek, hep birlikte ve çok şey yaparız.

Onun için ve lütfen Perikles’in de dediği gibi, “yönetimle ilgileniniz”, yani baronuzla, baronuzun yönetimiyle ilgileniniz ve hatta sorumluluk alınız.   

Benden önce konuşan değerli yargıcımız Antonio Gramsci’den, Gramsci’nin “aydın/entelektüel” yaklaşımından söz etti. Ben de sözlerime Gramsci’den örnek vererek son vereceğim. Mussolini’nin hapiste çürüttüğü İtalyan Marksist Gramsci olağanüstü bir siyaset felsefecisidir, gazetecidir, yazardır, sendikacıdır, gerçek bir entelektüeldir. En önemli eseri olan Hapishane Defterleri’nde der ki: “Toplumda herkes entelektüeldir. Ama çok az insan entelektüel işlevini yerine getirir.Gramsci’nin bu maksiminin ana fikri şudur: meslek örgütünüzün yönetiminde yer almak, topluma ve insanlara gönüllü hizmetler sunmak entelektüel bir işlevin yerine getirilmesidir. Mesleğimizin, ülkemizin geleceği olan sizlerden beklentimiz budur, yani entelektüel işlevinizi yerine getirmenizdir, meslek örgütünüzde sorumluluk almanızdır, bunun için de kendinize emek vermenizdir.               

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım.

Av.V.Ahsen Coşar

Türkiye Barolar Birliği Başkanı