İnsan Hakları Günü Etkinliği Açış Konuşmaları ve Etkinlik Ayrıntıları

17586

10 ARALIK İNSAN HAKLARI GÜNÜ ETKİNLİKLERİ KAPSAMINDA 10 ARALIK 2011 TARİHİNDE DÜZENLENEN "ADİL YARGILANMA HAKKI BAĞLAMINDA KATALOG SUÇLAR" KONULU PANEL TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ AV. ÖZDEMİR ÖZOK KONFERANS SALONU’NDA GERÇEKLEŞTİRİLDİ.

ETKİNLİK KAPSAMINDA TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ İNSAN HAKLARI MERKEZİ ÖNCEKİ BAŞKANI SAYIN PROF. DR. RONA AYBAY’A YAPTIĞI HİZMETLERİN ANISINA BİRLİK BAŞKANI AV. V. AHSEN COŞAR İLE YÖNETİM KURULU ÜYESİ VE AYNI ZAMANDA TBB İNSAN HAKLARI MERKEZİ BAŞKANI AV. SERHAN ÖZBEK TARAFINDAN PLAKET TAKDİM EDİLDİ.



10 ARALIK İNSAN HAKLARI GÜNÜ ETKİNLİKLERİ KAPSAMINDA 10 ARALIK 2011 TARİHİNDE DÜZENLENEN "ADİL YARGILANMA HAKKI BAĞLAMINDA KATALOG SUÇLAR" KONULU PANELDE TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ İNSAN HAKLARI MERKEZİ BAŞKANI ve YÖNETİM KURULU ÜYESİ AV. SERHAN ÖZBEK'İN YAPTIĞI AÇIŞ KONUŞMASI

Sayın Konuklar, Değerli Meslektaşlarımız,

İnsan Hakları Günü etkinliklerimize ve etkinlikler kapsamında düzenlemiş olduğumuz “Adil Yargılanma Hakkı Bağlamında KATALOG SUÇLAR PANELİ”ne katılımınız için TBB İnsan Hakları Merkezi adına sizlere teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

Değerli Katılımcılar,

10 Aralık 1948 günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”nin 63. Yılındayız. Modern insan hakları kuramı için bir kavşak noktası sayılabilecek bildiri, insan haklarının tanınması, yaygınlık kazanması ve korunması doğrultusunda önemli bir kaynak olmuştur.

Evrensel belgelerin ortak özelliğinin tarih boyunca “özgürlük, onur, eşitlik” gibi insancıl değerler için verilen savaşımların, çekilen acıların ve ödenen ağır bedellerin ürünleri olduğu bilinmektedir. Bu savaşımların bir tek nedene indirgenmesi ya da hepsinde aynı özün aranması doğru olmasa da, çağlar boyunca insanların hak mücadelesinde en azından ilk adımı atmalarını sağlayan bir itici güç olarak bir “özgürlük aşkı” kavramından söz etmek olanaklıdır.

Sonuç olarak insanlık, yüzyıllardan beri insan haklarının geçerli olduğu, savaşsız, sömürüsüz bir dünya özlemi içinde oldu. Bu özlem, bilimde ve teknolojide atılan dev adımlara karşın ne yazık ki yüzyılımızda da gerçekleşmiş değil. Ancak özellikle son 50- 60 yıl içerisinde insan haklarının bir yandan yaygınlık kazanması, yeni kuşak haklarla zenginleşmesi ve insan haklarının korunmasına ilişkin mekanizmaların oluşumu olumlu gelişmeler olmuştur.

21. Yüzyılda ve Evrensel Bildirgenin 63. Yılında, dünyada olumlu örneklerin aksine Türkiye’de, yeni kuşak insan hakları bir yana, en temel insan haklarında yaşanan ihlallerin ulaştığı boyutlar karşısında iyimser olabilmek ne yazık ki olanaksızdır. Tüm uyarılara karşın ihlallerin yaygınlık kazanması, sıradanlaşması ve adeta olağanlaştırılması bir başka kötümserlik nedenidir.

TBB İHM Bilim Danışma ve Yürütme Kurullarında yapılan değerlendirmeler, İnsan Hakları İzleme Raporlama ve Arşivleme Projesi (İHİRAP) kapsamında yürütülen çalışmalarda elde edilen veriler; sorunun ciddiyetinin ve insan hakları alanındaki sınırlı kazanımların dahi tehlikede olduğunun altını çizmektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse:

“Özgürlük ve Güvenlik Hakkı”nın ihlali niteliğindeki eylem ve yargısal uygulamaların ulaştığı boyutlar nicelik ve nitelik olarak adeta müdahale dönemlerini andırmaktadır. Yasal koşullara aykırı olarak gerçekleşen yakalama, gözaltı ve tutuklamalar, bu uygulamaları, koruma tedbiri olmaktan çıkarıp, “cezalandırma” yöntemi haline getirmiştir.

Yine “Yaşamın ve Maddi/ Manevi Beden Bütünlüğünün Korunması Hakkı”na yönelik şiddet eylemlerinin yol açtığı ihlaller, azımsanmayacak sayıda ve niteliktedir. İzlediğimiz olaylardaki tespitlerimiz; ilgili ihlallerin, yöntem, yer ve amaç yönünden gösterdiği özellikler; özellikle orantısız güç kullanımı olaylarında kolluktaki şiddet potansiyelinin ve yargısız cezalandırmaya eğilimli alt kültürünün, (iyimser değerlendirmelerin aksine) varlığını koruduğunu göstermektedir. İhlallere ilişkin idari ve yasal yaptırımların uygulanmasındaki isteksizlik ve “hoşgörülü” yaklaşımlar, dünden bugüne varlığını korumaktadır.

Bireyin mahrem/ sır alanını koruyan “Özel ve Aile Yaşamının, Konutunun, Haberleşmesinin Korunması Hakkı” arama, ortam ve iletişimin dinlenmesi yoluyla ve yasalara/ amaca aykırı uygulamalarla adeta ortadan kalkmış gibidir. Bu türden yasadışı fiillere ilişkin olarak - son derece yaygın olarak işleniyor olmalarına karşın - herhangi bir yasal sürecin yaşanmıyor olması, son derece dikkat çekicidir.

Geçmişte “Düşünce, İfade ve Örgütlenme Özgürlüğü” bağlamında, Anayasal bir hak ve görev olmasına karşın, yürütmenin işlem ve eylemlerinin eleştirilmesine gösterilen tahammülsüzlük nedeniyle, eski TCK’nun özellikle 141, 142, 163, 158, 159, 312. maddeleri adeta bir kıyım anlayışıyla işletilmiştir. Uzun uğraşıların ardından en azından yasal anlamda bu düzenlemelere son verilmişken, yeni ceza kanunlarındaki ve özellikle TMK’ndaki ikame maddeler benzer tahammülsüzlüğün yaptırım aracı haline gelmiştir.

Baskıcı yönetimlerin başlıca tahammülsüzlük gösterdiği özgürlüklerinin başında; “çoğulculuk”, “katılımcılık”, “hoşgörü” kavramlarıyla doğrudan ilintili; “basın”, “bilim ve sanat”, “örgütlenme”, “toplanma ve gösteri yapma” gibi “ifade özgürlüğü”nün türevi olan özgürlükler gelmiştir. Düşüncenin dışa vurumunu anlatan ve demokratik bir toplumun özünü oluşturan bu alanlarda da ihlaller gözlenmektedir:

Türkiye’de geçmişte ve özellikle olağanüstü dönemelerde “Basın Özgürlüğü”ne aykırı olarak, düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanmış, kitap, gazete ve dergi toplatılması günlük olaylardan olmuş, çok sayıda gazeteci/ yazar mahkûm olmuştur. Bugün ise, Anayasanın “basın hürdür, sansür edilmez…” hükmüne karşın, sektörel hakimiyet, mali ve ekonomik baskı, basın mesleğine yönelen ceza, yıldırma yöntemleri, fiili sansür/ otosansür dayatmaları karşısında, ülkemizde, basının özgür olduğunu savunabilmek oldukça güçleşmiştir. Basına, yazarlara, medya mensuplarına ve kurumlarına yönelen baskı ve yönlendirme çabalarının ulaştığı boyutlar; basılı olmayan kitabı (bir anlamda ifade edilmemiş düşünceyi) dahi sorgulayan, yasaklayan ve cezalandırmaya kalkışan bir anlayış…

“Toplanma ve Gösteri Özgürlüğü” kapsamında ihlallerin muhalif gösterileri bastırma ve yıldırmaya yöneldiği görülmektedir. Barışçıl muhalif gösteriler de dahil olmak üzere gösterilerde kullanılan orantısız güç yaşam hakkı ihlallerine kadar ulaşabilmektedir.

Siyasal, etnik, cinsiyet ayrımcılığı yasağı, çocuk hakları, kadın hakları, mülkiyet hakkı, çalışma sendika ve sözleşme özgürlüğü, tutuklu- hükümlü hakları ve diğer temel hak alanları ne yazık ki yoğun ihlallerin yaşandığı sorun alanları durumundadır.

Değerli Katılımcılar,

Tüm bu sorun alanlarındaki ihlalleri yaptırıma bağlayıp engellemesi gereken yargı alanında ise “Adil Yargılanma Hakkı” ve bu hakkın unsurlarına ilişkin olarak yaşanan ihlaller, yasal güvencelerin ortadan kalkması anlamına gelmektedir.

2010 yılında, tüm uyarılara karşın gerçekleşen Anayasa değişiklikleri, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunun Adalet Bakanlığı'nın etkisinden çıkarılması yerine, yargının, yürütmenin daha da etkin rol oynandığı bir yapıya dönüştürülmesi sonucunu vermiş; yürütme, yargıdan elini çekmek yerine, HSYK aracılığı ile etkisini artırmıştır. Öngörülen zincirleme reaksiyonun gerçekleşmesi sonucunda kısa sürede yüksek yargı, özel yetkili ağır ceza mahkemeleri ve yerel yargıda, atama/ görev yeri değişikliği yoluyla; toplam kadronun üçte birini oluşturan sayıda (önemli sayıda tartışmalı) yargıç ve savcı ile ilgili tasarruf gerçekleştirilmiştir. Sonuç olarak bugün “Bağımsız ve Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkı” sorunlu bir alan haline gelmiştir.

Adil yargılanma hakkının bir başka temel unsuru olan “Savunma Hakkı”na ilişkin olarak yaşanan ihlaller ve gözlenen gelişmeler de son derece olumsuz ve tehlikeli özellikler göstermektedir. Avukatlar hakkındaki soruşturma ve kovuşturmaları Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlanmasının nedeni, avukatların görevlerini korku ve kuşkudan uzak bir ortamda yapabilmelerinin sağlanması; avukatların gereksiz ve haksız yargısal işlemlerden korunmasıdır. İç hukuktaki bu güvencenin uygulamadaki zayıflığı bir yana, özel yetkili soruşturma makamlarınca yürütülen soruşturmalarda, kimi zaman CMK m.250’nin güvencesiz ve keyfiliğe olanak tanıyan hükümlerinden yararlanmak, kimi zamansa şüphelilerin görevleriyle ilgili “güvence” nitelikli özel yasal düzenlemeleri bu yolla aşabilmek için, suç nitelemelerinde suç unsurları ile ilgili (örgüt, örgüt/ terör faaliyeti, cebir ve tehdit gibi) son derece aşırı ve yapay zorlamalara gidilmekte; bu özellikteki iddianameler Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından kabul görmektedir.

Savunma mesleğini, görev/ işlevi ve keyfiliğe karşıt özelliğinden ötürü “bağımlı” ve “dokunulur” kılma çabaları dikkat çekmektedir. Uluslararası ve iç hukuktaki ilkelere ve düzenlemelere karşın uygulamada, özellikle özel yetkiyle yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda, mesleki görevlerini yürütmeleri nedeniyle ve hatta bizzat görev yaptıkları soruşturma ya da davalarla ilgili olarak avukatlar hakkında özel yasal düzenlemelere uymayan koruma tedbirleri uygulanmakta; büroları ve evleri özel yasa hükümlerine aykırı olarak aranmakta (CMK 130); gözaltına alınma yoluyla ifade alma yasal koşulları olmadan gerçekleştirilmekte (CMK 145), koşulları olmaksızın tutuklanmakta ya da haklarında davalar açılmaktadır.

Hak arama özgürlüğü bağlamında “Etkili Başvuru Hakkı”, bu yolun sonuç doğurabilir, işe yarar ve elverişli olmasını; hayali, soyut ve etkisiz olmamasını gerektirmektedir. Buna karşın savunma mesleği, etkinliğinin, ne yazık ki özellikle Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi yargılamalarında “nafile çaba” olarak görmeye başlamıştır.

Türkiye Barolarının ve Barolar Birliğinin bu yargılamalar konusundaki haklı tepkileri, ne yazık ki görmezden gelinmekte, bu süreçlerde yaşanan trajedi sürgit devam etmektedir. Ceza yargılaması amaç ve kurumlarına aykırı olarak korkutma, itibarsızlaştırma, örnek oluşturma, delil yaratma gibi saiklerle işlenen ihlal fiillerinin hiçbir demokratik ülkede normal karşılanması olanaklı değildir.

Değerli Katılımcılar,

Bu olumsuz tablo karşısında ülkemizde “insan hakları ve demokrasi mücadelesi” adeta “Sisyphus’un (Sisyphos) bir türlü dağın doruğuna ulaştıramadığı ve sonsuza değin de ulaştıramayacağı kaya parçasını - geriye yuvarlanacağını bile bile – doruğa çıkarma uğraşı vermesine” benzer hale gelmiştir.

Sonunda insan haklarının kaderi, büyük bir ölçüde, kuvvet ve adalet arasındaki ilişkinin biçimine bakmaktadır. İnsan hakları, kuvvetin adalete hükmettiği yerde değil, ancak ve yalnız kuvvetin ADALET’in emrinde tutulduğu toplumlarda var olur ve öyle tutulabildiği müddetçe devam edebilir.

Bu nedenle 2012 yılının ADALETLİ bir yıl olmasını diliyoruz.

Sözlerimize son verirken, İnsan Hakları Günü Etkinliklerimize katkı veren hocalarımıza, sanatçılarımıza, meslektaşlarımıza ve siz değerli katılımcılara; yine her zaman TBB İnsan Hakları Merkezi çalışmalarına destek veren TBB Sayın Başkanı ve Yönetimine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Son teşekkürümüz de kurulduğu günden beri İnsan Hakları Merkezi çalışmalarına hem Bilim Danışma Kurulu üyesi, son beş yıldır da İHM Başkanı olarak en seçkin katkıyı veren sevgili hocamız, Başkanımız Av. Prof. Dr. Rona Aybay’a En içten teşekkürlerimizi lütfen kabul ediniz.

Saygılarımızla.


TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI’NIN, TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ İNSAN HAKLARI MERKEZİ TARAFINDAN “İNSAN HAKLARI GÜNÜ” NEDENİ İLE 10 ARALIK 2011 TARİHİNDE DÜZENLENEN “ADİL YARGILANMA HAKKI BAĞLAMINDA KATALOG SUÇLAR” KONULU ETKİNLİKTE YAPTIĞI AÇIŞ KONUŞMASI

Sayın Milletvekilleri,

Yargıtay'ımızın Değerli Başsavcı Vekili,

Sevgili Meslektaşlarım,

Değerli Konuklar,

İnsan Hakları Günü” nedeniyle Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi tarafından düzenlenen “Adil Yargılanma Hakkı Bağlamında Katalog Suçlar” konulu etkinliğe hoş geldiniz. Sizleri Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım adına, kendi adıma sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

En başta Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi Başkanı ve yönetimimizin değerli üyesi sevgili Serhan Özbek olmak üzere bu etkinliğin düzenlenmesinde emeği olan herkese ve elbette görüş ve düşünceleri ile bizlerin ufkunu açacak olan değerli konuşmacılara yönetimimiz adına, kendi adıma en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Bir teşekkürü de sayın Rona Aybay Hocama. Değerli Hocamıza TBB İnsan Hakları Merkezi'ne yaptığı değerli hizmetler, katkılar için yönetim kurulu üyesi arkadaşlarım adına, kendi adıma en içten duygularımla sunuyorum.

Değerli Konuklar,

Hepimizin bildiği üzere 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile ceza yargılaması sistemimize dahil edilen özel yetkili ağır ceza mahkemeleri için düzenlenmiş olan ve genel muhakeme kurallarından ayrı, özel ve istisnai bir yargılama usulünün yanı sıra bu mahkemelerin bakmakla görevli kılındıkları “katalog suçlar” olarak isimlendirilen ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesinde sayılan suçlar vardır. Aslı Yunancadan gelen, hukuk diline yabancı olan ve daha çok kütüphane ve yayın işlerinde kullanılan katalog sözcüğü “belli bir sıraya göre hazırlanmış liste” anlamına gelir. Hemen işaret etmek gerekir ki, değişik birçok suçun bir arada aynı hukuki yaptırıma bağlanması amacıyla katalog suç adı altında listeler oluşturulmasının ve suçların bu şekilde kategorize edilmesinin “ağır hapis/hafif hapis”, “ağır tahrik/hafif tahrik” ayrımlarını kaldıran yeni ceza kanunun mantığına uygun olmadığını ve kaldırılması gerektiğini özellikle belirtmek isteriz. Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri konusunda çok şey söyledik, çok şey dinledik. Bunu artık yeter bu konuda konuşmayalım anlamında söylemiyorum. Aksine bir kez daha söyleyelim, hep söyleyelim anlamında söylüyorum. İhtisas mahkemesi niteliği taşımayan, örneğine demokratik hukuk devletlerinde rastlanılmayan bu mahkemeler kaldırılmalıdır, acil olarak kaldırılmalıdır. Türkiye Barolar Birliği yönetiminin görüşü ve talebi bu yöndedir. Değerli Konuklar,

Hepimizin bildiği üzere, hukuk yoluyla veya yargı eliyle insan özgürlüğünü kısıtlamanın en etkili, en caydırıcı ve evrensel aracı hapis cezası kararıdır. Hapis cezası kararı dışında kişi hak ve özgürlüklerine yönelik en ağır yargı kararı, niteliği itibariyle geçici olan tutuklamadır. Tutuklama kararı, temel bir hakka, yani özgürlük hakkına hukuk yoluyla da olsa müdahale niteliği taşıdığı, adil yargılanma hakkı ile doğrudan ilişkili bulunduğu ve yine ceza değil bir önlem, kural değil bir istisna olduğu için son derece dikkatli biçimde verilmesi gereken yargı kararlarındandır.

Tokyo Kuralları olarak bilinen “1990 tarihli Birleşmiş Milletler Hapis Dışı Tedbirler Hakkında Asgari Standart Kuralları” ile yine “1990 tarihli Birleşmiş Milletler Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri” de işaret edildiği üzere; yargılama öncesi tutukluluk, iddia konusu suçun soruşturulması ve toplum ile mağdurun korunması amacıyla ceza yargılamasında son çare olarak uygulanır. Yine yargılama öncesi tutukluluğa alternatif adli tedbirler, yani kefalet, ev hapsi, polis denetimi, pasaporta el koyma ve yurt dışına çıkma yasağı ise mümkün olduğunca en erken aşamada uygulanır.

Hal böyle iken, yargılamanın gerektiğinde alternatif koruma tedbirleri uygulanmak suretiyle tutuksuz olarak yapılması, ülkemizde uygulaması çok nadir görülen bir durumdur.

O nedenle Türkiye Barolar Birliği olarak talebimiz ve dileğimiz; hakimlerimizin tutuklama konusunda son derece duyarlı davranmaları, bu konudaki ulusal ve uluslararası mevzuata uymaları, ülkemizde iyi gitmeyen işlerden olan, Türkiye olarak hiç de hak etmediğimiz “tutuklama ayıbından” ülkemizi bir an önce kurtarmalarıdır.

Sevgili Meslektaşlarım,

Geciken adalet adaletsizliktir” tümcesi veciz ve adalet talep etme konumunda olmayanlar için söylenmesi hem kolay, hem de hoş bir maksimdir. Hakkına, yani adalete geç kavuşanlar için ise acı veren bir durumdur. Ülkemizde iyi olmayan, iyi gitmeyen işlerden birisi de adaletin geç tecelli etmesi, daha doğrusu adaletin adaletsizlik olarak gerçekleşmesidir. Oysaki hem Anayasamızda, hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde düzenlenen adil yargılanma hakkı bağlamında davaların makul süre içinde görülüp karara bağlanmaları gerekir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Eckle-Almanya davası kararında (15 Temmuz 1982, Seri A No.51, s33, paragraf 73) ve yine Metzger-Almanya kararında (31 Mayıs 2001 tarihli Başvuru No: 37591/97, paragraf 31) işaret edildiği üzere, ceza davalarında makul süre kişiye suç isnat edilir edilmez başlar. Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin bir bütün olduğu dikkate alındığında, bu süre halen derdest olan, sanıkların sorgulanmaları henüz tamamlanmayan, ne zaman sonuçlanacağı belli olmayan kamuoyunda Ergenekon, Balyoz adıyla anılan davalarda olsun, KCK davasında olsun, derdest olan diğer pek çok davada olsun daha şimdiden aşılmıştır. Bu durum çok açık bir hak ihlalidir, adil yargılanma hakkına aykırıdır.

Değerli Konuklar,

Hepimizin çok iyi bildiği üzere, avukatlar, adil yargılanma ilkesinin hakkıyla uygulanmasını sağlayan en önemli adalet aktörleridir. Avukatların bu işlevlerini yerine getirebilmeleri için dosyaya ve delillere herhangi bir engel ve engelleme ile karşılaşmaksızın erişmeleri, duruşmada savunma görevini engellenmeden yapmaları gerekir.

Bu bağlamda işaret etmek istediğimiz husus, kimi ceza davalarında hakimlerimizin avukat meslektaşlarımızı duruşma salonundan çıkarmaları, bu konuda bazen de jandarmayı devreye sokmalarıdır. Her ne kadar yapılan bu işlemlerin CMK'nun 203/2 ve 252/f maddelerinde yeri ve yasal dayanağı var ise de, son derece incitici olan, dahası savunma hakkını engelleyen bu uygulamayı kabul etmek, olağan ve adil yargılanma ilkesine uygun bulmak mümkün değildir. Dileğimiz, yetkililerin bu konuda gerekli hassasiyeti göstermesidir. Bir diğer husus, yasama organının başta adil yargılanma olmak üzere evrensel hukuk ilkelerine aykırı olan CMK'daki bu düzenlemeyi değiştirmesi ve CMK ile HMK arasındaki çelişkiyi gidererek yeknesaklığı sağlamasıdır.

Değerli Meslektaşlarım,

Birliğimize intikal eden bilgilerden bir Sayın Mahkemenin, yargılama yaptığı duruşma salonunda sanık avukatlarının oturdukları bölüme “tavandan aşağıya doğru dört-beş metre uzunluğunda, ucunda ses ve görüntü alma cihazlarının bulunduğu kabloların sarkıtıldığı” anlaşılmıştır.

Hemen işaret etmek gerekir ki; bu uygulama, ulusal ve uluslararası düzeyde koruma altında olan avukat/müvekkil ilişkisinin gizliliği ilkesine, adil yargılanma hakkı ile bu hak kapsamında bulunan savunma hakkına, evrensel nitelikteki savunmanın özgürlüğü, bağımsızlığı, dokunulmazlığı ilkelerine aykırıdır. Nitekim 28.10.1988 tarihinde Strazburg’da yaptıkları toplantıda oybirliği ile kabul ettikleri Avrupa Birliği Barolar Konseyi Meslek Kuralları ile yine Avrupa Birliği Bakanlar Komitesi'nin Avukatların Özgürlüğü Metni, Sekizinci Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından kabul edilen ve Havana Kurulları olarak da bilinen Avukatların İşlevlerine İlişkin Temel İlkeler çerçevesinde; “hukuka saygı ilkesi üzerine kurulmuş bir toplumda önemli bir role sahip olan Avukatın görevi, yasanın çizdiği sınırlar içinde sadece vekalet görevini özenle yerine getirmekle sınırlı olmayıp, hem adalete ve hem de hak ve özgürlüklerini savunmakla yükümlü olduğu yargılamaya tabi kişiler için vazgeçilmez değerdedir.

Yine ülkemizin de taraf olduğu Avukatların İşlevlerine İlişkin Temel İlkeler’in/Havana Kuralları’nın 16/a-c maddesi hükmüne göre, gerek hükümetler, gerekse yargı organları ile diğer kamu kurum ve kuruluşları avukatların; “hiçbir baskı, engelleme, taciz veya yolsuz müdahaleyle karşılaşmadan her türlü mesleki faaliyeti yerine getirmelerini, kabul görmüş meslek ahlak kurallarına, görevlerine, standartlarına uygun faaliyette bulundukları için kovuşturma veya idari, ekonomik veya başka bir yaptırımla sıkıntı çekmemelerini ve tehditle karşılaşmamalarını sağlamakla yükümlüdürler.

Benzer bir düzenleme Avukatlık Kanunu'muzun 2/3. maddesinde mevcut olup buna göre de gerek yargı organları, gerekse diğer kamu kurum ve kuruluşları avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadırlar.

Diğer taraftan Havana Kuralları’nın 22. maddesi hükmüne göre yargı organları ve hükümetler; “avukatlar ile müvekkilleri arasında mesleki ilişkiler kapsamındaki bütün haberleşme ve görüşmelerin gizli olduğunu kabul eder ve buna saygı gösterir.”

Açıklanan bütün bu durumlar karşısında; güvenlikle ilgili ihtiyaç duyulan her türlü önlemin adil yargılanma hakkını, savunma hakkını, savunmanın özgürlüğünü, bağımsızlığını, dokunulmazlığını, avukat/müvekkil ilişkisinin gizliliğini koruyacak biçimde alınması, hakimlerimizin de bu konularda duyarlı olmaları gerekir.

Bütün bu konularla ilgili son bir husus daha var, onu da Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg Türkiye ile ilgili raporunda ifade ediyor ve diyor ki: “yargı erkinin yargılama yaklaşımında esaslı değişikliğe ihtiyaç vardır. Bu bağlamda bir kısım savcıların ve hakimlerin özellikle basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, tutuklama konularındaki argümanlarını gözden geçirmeleri, bu konulardaki algı ve zihniyetlerini değiştirmeleri, bunun için de başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları olmak üzere Avrupa hukuk normlarını referans alma, bunları içselleştirme yönündeki kültürlerini geliştirmeleri gerekir.

Beni sabırla dinlediğiniz için, hepinize teşekkür ediyor ve saygılar sunuyorum.

Av. V. Ahsen Coşar
Türkiye Barolar Birliği Başkanı


DÜZENLENEN PANEL SONRASINDA TÜRKİYE BAROALR BİRLİĞİ ve KARİKATÜR VAKFI İŞBİRLİĞİ İLE HAZIRLANAN KADIN HAKLARI KONULU KARİKATÜR SERGİSİ TBB BAŞKANI AV. V. AHSEN COŞAR, TBB İNSAN HAKLARI MERKEZİ BAŞKANI AV. SERHAN ÖZBEK İLE KARİKATÜRİST NEZİH DANYAL TARAFINDAN BİRLİKTE AÇILDI.

TBB BAŞKANI AV. V. AHSEN COŞAR SERGİNİN AÇILIŞINDA YAPTIĞI KONUŞMADA ŞUNLARI SÖYLEDİ:

Değerli Sanatçı Dostlar, Sevgili Meslektaşlarım, Sayın Konuklar,

Sizlerle paylaşmak istediğim iki güzel ve özlü söz var. Bunlardan birincisi Erich Fromm'a ait. Şöyle diyor Fromm: "Yaratamayan insan yıkar." Hayatın her alanında yaratamayanların yıktıklarına hepimiz hemen her gün tanık oluyoruz. Sanatçılar ise yıkmazlar, çünkü yaratırlar. Arkalarında eser ve eserler bırakırlar. İkinci söz Von Der Roche'ye ait. Kendisi mimar. Mezartaşında "Less is more" diye yazar. Bu deyim "Azla çok şey" veya "Az daha çoktur" anlamına geliyor. Aslında azla çok şey ifade etmek avukatlık mesleği yönünden de önemlidir. Usta avukatlar azla çok şey ifade ederler. Karikatür sanatçıları da böyledir. Birkaç sözcük ve birkaç çizgi ile, yani azla çok şey ifade ederler. Ben bu her iki güzel deyimi Türkiye Barolar Birliği adına, izninizle sizlerin adına değerli karikatür sanatçısı dostlarımıza hediye ediyorum. İyiki varlar. Bizi hem düşündürüyor, hem de güldürüyorlar. Teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.