Açış Konuşması

6265

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI AV. VEDAT AHSEN COŞAR’IN,
T ÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ İNSAN HAKLARI MERKEZİ TARAFINDAN 29 OCAK 2010 TARİHİNDE HOPA/ARTVİN’DE DÜZENLENEN “İNSAN HAKLARI İZLEME, RAPORLAMA VE ARŞİVLEME PROJESİ”
3. BÖLGE TOPLANTISI’NDA YAPTIĞI AÇIŞ KONUŞMASI

 

Artvin Barosu’nun Değerli Başkanı,

TBB’nin Değerli Başkan Yardımcısı, Genel Sekreteri ve Yönetim Kurulu Üyeleri,

Değerli Baro Başkanları,

TBB İnsan Hakları Merkezi’nin Değerli Başkanı ve Bilim Danışma Kurulu Üyeleri

Sevgili Meslektaşlarım,

Sizleri, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu adına, kendi adıma sevgi ve saygı ile selamlıyorum.

Güzel Karadeniz’in, güzel ilçesi Hopa’da ve sizlerle birlikte olmaktan duyduğum mutluluğu özellikle ifade etmek isterim. 

Avukatlık Kanunu’nun Barolara ve Barolar Birliği’ne verdiği en önemli görevlerden birisi hiç kuşkusuz insan haklarını korumaktır. Öyle olduğu için Türkiye Barolar Birliği ve Barolarımız kendi bünyeleri içinde İnsan Hakları Merkezi, kurulu veya komisyonu kurmuşlardır.

İnsan Hakları ile ilgili olarak bu türden birimler kurmaktan amaç, toplumda insan hakları ile ilgili olarak ortak bir bilinç oluşturmak, insan hakları ihlalleriyle mücadele etmektir. 

Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi tarafından İHİRAP, yani İnsan Hakları İzleme, Raporlama ve Arşivleme Projesi adıyla başlatılan projenin temel amacı ve işlevi de, ülkemizdeki insan hakları ihlallerini izlemek, saptanan ve saptanacak olan ihlalleri raporlamak, arşivlemek ve bu suretle hem insan hakları ihlalleri hakkında ortak bir hafıza oluşturmak, hem de bu ihlaller ve ihlallerin failleriyle mücadele etmektir.

Takdir edileceği üzere bu türden projelerin yürütülmesi ve başarıya ulaşması sadece Türkiye Barolar Birliği’nin ve Baroların kendi bünyeleri içinde kurdukları İnsan Hakları Merkezi, kurulu veya komisyonlarında görevli kişilerin, gönüllülerin çabaları ile mümkün değildir. Bu konuda başarıya ulaşmak gönüllü bu çabaların yanı sıra Barolarımızın, insan hakları alanında çalışan avukat meslektaşlarımızın, insan hakları aktivistlerinin desteklerinin sağlanması ile mümkündür.

İlkini İzmir’de, ikincisini Mardin’de, üçüncüsünü de bugün Hopa’da gerçekleştirdiğimiz bölgesel nitelikteki bu toplantıların düzenlenmesinden amaç da, hem projenin tanıtılması ve hem de Barolarımızın, insan hakları alanında çalışan meslektaşlarımızın, insan hakları aktivistlerinin projeye katkı ve desteklerinin sağlanmasıdır.

Sevgili Meslektaşlarım,

Avrupa Birliği Komisyonu’nun 2010 Türkiye İlerleme Raporu’nda da işaret edildiği üzere, Türkiye’de insan hakları ihlalleri ne yazık ki artarak devam etmektedir. Bu bağlamda insan hakları savunucuları ceza davalarına muhatap olmakta ve hatta tutuklanmaktadırlar. İnsan hakları üzerine çalışmalar yürüten derneklerin imkanları son derece kısıtlı, etkileri ise son derece yetersizdir.  Duruşma öncesi gözaltılar, cezaya, hatta infaza dönüşerek amacından çıkan uzun süreli tutuklamalar devam etmektedir. Adil yargılama ilkesine aykırı uygulamalar, bu bağlamda uzun süreli yargılamalar, savunmaya getirilen kısıtlamalar, başkaca hak ihlalleri had safhadadır. Demokratik bir hak olan protesto hakkının kullanılmasına karşı alınan abartılı polisiye önlemler, bu eylemlere karşı polis tarafından kullanılan orantısız güç demokratik hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacak ölçüdedir. Yine medya üzerindeki baskılar nedeniyle basın özgürlüğü ciddi tehdit altındadır.

Avrupa Birliği Komisyonu’nun 2010 Türkiye İlerleme Raporu’nda işaret edilen bu ve benzeri hususlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2010 yılı raporuyla da doğrulanmaktadır. Öyle ki mahkemenin 2010 yılıyla ilgili olarak yayımladığı istatistiklere göre hakkında en fazla karar alınan ülke Türkiye’dir. Bu bağlamda Türkiye, hakkında verilen 278 kararla Avrupa Konseyi’ne üye diğer 46 ülkeyi geride bırakmıştır. 2010 yılında elindeki dosyalardan 1499’unu karara bağlayan mahkemenin Türkiye ile ilgili olarak verdiği karar sayısı 228’dir. 2010 yılında mahkemeye yapılan başvuru sayısı 139650 olup bu dosyaların %10.9’u, yani 12812’si Türkiye ile ilgilidir. Bu oranla Türkiye, %28.9 oranıyla birinci olan Rusya’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır.

Türkiye’nin en fazla ihlalde bulunduğu alan, 83 kararla yargılama sürecinin uzunluğudur. Yine özgürlük ve güvenlik hakkı ihlalleriyle ilgili karar sayısı 80, adil yargılama ihlalleriyle ilgili karar sayısı 42 ve kötü muameleyle ilgili karar sayısı da 32’dir.

İstatistiki bu rapor Türkiye’nin en önemli sorununun hukuk, daha doğrusu hukuksuzluk olduğunu göstermektedir. Hukukun üstün ve egemen olduğu ülkelerdeki insan hakları ihlalleriyle, hukukun üstün ve egemen olmadığı ülkelerdeki ihlallerin karşılaştırılması da bunu doğrulamaktadır. Nitekim    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2010 yılıyla ilgili olarak yayımladığı istatistiklere göre Danimarka, Monako, San Marino, Andora, mahkemenin hiç karar almadığı ülkeler arasında yer almaktadır.

Bütün bunlar dikkate alındığında bugünkü toplantımızın gündemindeki İHİRAP Projesinin önemi daha iyi anlaşılacaktır. O nedenle projeye vereceğiniz destek insan hakları ihlalleri ile mücadelede başarıya ulaşmamız konusunda son derece etkili olacaktır.       

Gerek bu vesileye, gerekse son günlerde ülkemiz gündemini yoğun biçimde işgal etmesi nedeniyle ve izninizle iki önemli konu hakkında da görüşlerimi açıklamak isterim. Şöyle ki;

Bilindiği üzere Anayasamızda en son yapılan ve referandum ile kabul edilen değişiklikle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını kabul ettik. Bireysel başvuru hakkının kabul edilmesinden amaç, insan hakları ihlallerine karşı ulusal düzeyde hak arayışını güçlendirmek, bu suretle insan hakları ihlallerinin önüne geçmek, yükü fazlaca artan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yükünü hafifletmek, bu mahkemece verilen yüklü tazminat miktarlarını azaltmaktır. Bu durumda Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetki alanın ve yine bireysel başvuru hakkının kullanılma çerçevesinin buna göre yapılandırılması gerekir. Böyle yapılmayıp da, Anayasa Mahkemesi’ni, Yargıtay’ın, Danıştay’ın ve diğer yüksek mahkemelerin üzerinde bir temyiz mercii olarak yapılandırmak, bu yüksek mahkemeler tarafından verilecek tüm kararların son inceleme mercii olarak görevlendirmek son derece yanlıştır. Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş amacı ve asli görevi anayasal denetim yapmaktır. Tali bir görev olan bireysel başvuruların bu mahkemece karara bağlanması başka, bu mahkemeyi dünyada başkaca örneği olmayan biçimde diğer yüksek mahkemelerin üzerinde olağanüstü yetkiyle donatmak başkadır. O nedenle son derece yanlış ve yargı sistemini bir daha düzeltemeyecek biçimde tahrip edecek olan bu yoldan kaçınmak gerekir.

Değerli Meslektaşlarım,

Avukat olarak yıllardır yakındığımız yargının bugünkü durumu dikkate alındığında, Türkiye’nin çok ciddi ve radikal ölçekte bir yargı reformuna ihtiyacı olduğunu söylemek herhalde yargıya karşı bir haksızlık olmayacaktır. Daha düne kadar bunu ifade edenlerin bugün yargının savunuculuğunu yapmaları kendileri yönünden çok ciddi bir paradokstur.

Bir diğer paradoks ve hatta tutarsızlık da, daha düne kadar Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üye ve daire sayısını azaltmayı savunanların, bugün bunun aksini savunmaları ve hatta bunu yapmaya çalışmaları, yine dün Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üye ve daire sayısının artırılmasını isteyenlerin bugün tam aksini savunmalarıdır. Ne yazık ki bu konumda olanlar sadece iktidarıyla, muhalefetiyle siyasiler değil, yüksek yargının kendisidir, bir kısım yargıçlardır, bir kısım savcılardır, bir kısım avukatlardır, kimi Barolardır, yargıyla ilgili diğer bir kısım sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu konumda olmalarının nedeni ilkelerinin olmamasıdır, ilkeden hareket etmemeleri ve tamamen duruma göre pozisyon almalarıdır. Halk nezdinde, kamuoyu nezdinde inandırıcı olmak için önce istikrarlı ve tutarlı olmak, ilkeden hareket etmek, yani ilkesel davranmak gerekir. Ben şahsen Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üye ve daire sayısının artırılmasına karşıyım. Dün de karşıydım, bugün de karşıyım. İtalya hariç dünyanın hiçbir uygar ülkesinde 150 üyeli, 250 üyeli, 350 üyeli yüksek mahkeme olmadığı, bizim ülkemizde de olmaması gerektiği için karşıyım. Daire sayısının artırılması, bugün olduğu gibi farklı dairelerden aynı konuda farklı kararlar çıkmasına yol açacağı, yani içtihat birliğini ortadan kaldıracağı için karşıyım. Çözüm, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üye ve daire sayısını artırmak değil, önce yerel mahkemeleri gerek sayı, gerekse kaliteli yargıç bazında güçlendirmek, daha sonra istinafı aynı şekilde tahkim etmek ve bu suretle Yargıtay’a ve Danıştay’a gidecek iş sayısını azaltmak suretiyle bu mahkemeleri bir içtihat mahkemesi konumuna getirmektir. Bir de devletin, kamu kurum ve kuruluşlarının ihtilaf yaratma becerisini köreltmektir. Yani kamu kurum ve kuruluşlarının hukuka uygun ihale, atama, kadastro ve imar uygulaması yapmasını, tüzük, yönetmelik çıkarmasını, yani her ne yapıyor iseler bunu doğru dürüst yapmalarını, hukuka uygun yapmalarını sağlamaktır.  

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım.  


Av.V.Ahsen Coşar
Türkiye Barolar Birliği Başkanı
 

Fotoğraflar


Fotoğraf 1

Fotoğraf 2

Fotoğraf 3