24 NİSAN BASIN AÇIKLAMASI

3991

Soykırım iftirasına karşı, hukuk ve tarihsel gerçeklik temelinde mücadelenin önemli olduğuna inanıyoruz.

Hukukun; tarafsızlık, önyargısızlık, nesnellik ve tarihsel gerçeklikten koparılıp, siyasal çıkarların mızrağına dönüştürülmesinin en tipik örneklerinden biri hiç kuşkusuz 24 Nisan üzerinden TÜRKİYE’ye yönelik suçlamalardır.  Seneler geçtikçe politik amaçlı bu suçlamaların yerini gerçeğe saygının alması gerekirken tam tersi olmaktadır.

1. Dünya Savaşı’nın çıkış nedeni, Osmanlı’nın iştah kabartan enerji zengini coğrafyasıydı. Emperyalistler “Hasta Adam” dedikleri Osmanlı’nın mirasının paylaşılması konusunda sulhen anlaşamayınca savaş kaçınılmaz hale gelmişti. 

Birleşik Krallık, Fransa, çarlık Rusya’sının başı çektiği bağlaşık cepheye süreç içinde başka ortaklar da katılacaktı. 1. Paylaşım Savaşı’nın galip tarafının ödülü olacak Osmanlı’nın savaş dışında kalması olanaksızdı. Osmanlı İmparatorluğu’nun, Almanya, Avusturya Macaristan safında savaşa katılması bir kaçınılmazlıktı.

Doğu Cephesi’nde çarlık Rusyası karşısında zorlanan Osmanlı’nın, cephe gerisinden, uyruğu/yurttaşı olan silahlı çeteler tarafından vurulması, durumu çok tehlikeli hale getirmiştir. Osmanlı’nın cephe gerisi ikmal yolları Ermeni Taşnak çeteleri tarafından kesilmekte, ordunun lojistik ve mühimmat ihtiyacı bu nedenle karşılanamamaktadır. Yine Taşnak çeteleri tarafından bölgenin Müslüman ahalisine yönelik etnik temizlik uygulanmakta, kitlesel göçe zorlanmaktadır.

Dönemin Osmanlı Hükümeti, Rus ordusuyla işbirliği içinde gerçekleştirilen bu terör eylemlerinin engellenmesi için çareler aramış, idari tedbirlerle önlemeye çalışmıştır. Taşnak çetelerinin bölgenin bütününe yayılan ve ayaklanma ölçüsüne varan silahlı eylemleri, daha ciddi önlemleri zorunlu kılmıştır. 24 Nisan 1915 tarihli İçişleri Bakanlığı genelgesi ile “İhtilalci Ermeni Komite Merkezleri”nin kapatılması gündeme gelmiştir.

27 Mayıs 1915 tarihli olarak çıkarılan “Sevk ve İskân Kanunu” ile ayaklanma bölgesindeki bazı unsurlar, o dönemde Osmanlı toprağı olan Irak ve Suriye’nin kuzeyine göç ettirilmiştir. Savaş koşullarındaki bu uygulamada bazı trajik olayların yaşandığı kuşkusuzdur. Fakat Osmanlı devletinin, cephe ve bölgedeki sivil ahalinin güvenliği için başvurduğu önlem, savaş koşullarında hukuki dayanağı olan bir uygulamadır. Osmanlı Devleti’nin kendi uyruğu bir kısım yurttaşlarını başka bölgeye nakil etmesini soykırım olarak nitelemek ne tarihi gerçeklerle ne de hukukla bağdaşmaktadır.

Yukarıda kısaca anlatılan, savaş koşullarında, kolluk ve güvenlik zafiyeti nedeniyle nakil sürecinde yaşanan bazı olumsuzlukları soykırım olarak nitelemek ve sürekli güncelleyip TÜRKİYE’nin önüne koymak, TÜRKİYE’ye yönelik başka hesapların maskesi ve makyajına, daha doğrusu şantajına dönüştürülmüş durumdadır.

Savaş koşullarında yaşanan, asla etnik temizlik ve soykırım amacı taşımayan bir uygulamanın aradan geçen 106 yıla rağmen üstelik dozajı sürekli artırılarak Türk Milletine ve TÜRKİYE’ye yönelik bir şantaja dönüştürülmesi kabul edilemez.

TÜRKİYE’ye yönelik örtülü hesapların, en haklı olduğu konularda bile ulusal çıkarlarını savunamaz hale getirerek sindirmenin, içe kapanmaya zorlayarak dünyadan izole etmenin manivelası olarak kullanılan soykırım iftirasına karşı hukuk ve tarihsel gerçeklik temelinde mücadelenin önemli olduğuna inanıyoruz.

TÜRKİYE Barolar Birliği, hukukilik ve gerçeklik ölçütlerine uymayan bu haksız ve art niyetli iftiralara karşı hukuk zemininde mücadelesini her koşulda sürdürecektir.

TÜRKİYE Barolar Birliği