BİRLİK BAŞKANI SAĞKAN, TBMM MİLLİ DAYANIŞMA, KARDEŞLİK VE DEMOKRASİ KOMİSYONU TOPLANTISINDA TBB'NİN GÖRÜŞLERİNİ ANLATTI

563 kişi bu haberi görüntüledi.

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Av. R. Erinç Sağkan, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun 27 Ağustos 2025 tarihinde gerçekleştirilen 6. toplantısına katıldı.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un başkanlığında gerçekleştirilen toplantıda Birliğimizin sürece ilişkin görüş ve önerilerini sunan Sağkan'a Yönetim Kurulu üyeleri Av. Nizam Dilek ve Av. Ali Bayram eşlik etti.

Toplantıya, TBMM'nin davetiyle katılan baro başkanları da konuya ilişkin değerlendirmelerini sundu.

TBB BAŞKANI AV. R. ERİNÇ SAĞKAN'IN TBMM MİLLİ DAYANIŞMA, KARDEŞLİK VE DEMOKRASİ KOMİSYONU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMANIN TAM METNi:

Terörün ülkemiz gündeminden çıkartılması, toplumsal barışın sağlanması için atılacak adımları ve bu kapsamda hedefin özgürlük, demokrasi ve hukuk devleti alanında çalışmalar yapılması olarak belirlenmesini çok kıymetli buluyoruz. Bu vesileyle Gazi Meclis çatısı altında bu çalışmayı yürüten Komisyon Başkanımıza, siz kıymetli Komisyon Üyelerimize bizlerin de fikirlerini almak üzere yaptığınız davet nedeniyle teşekkürlerimizi sunuyorum, bu sürecin barışa katkı sunmasını gönülden arzu ediyorum.

Tarafımıza iletilen davette özel bir gündem belirtilmediği için komisyonun genel amacı ve görevi kapsamında yani özgürlükler, demokrasi ve hukuk devleti alanında atılması gerektiğini düşündüğümüz adımlardan bahsederken özellikle komisyonun bir Anayasa çalışması yapmayacağı ortaya konulduğu için kanuni düzenlemeler ve uygulamadan kaynaklı sorunlar üzerinde duracağım.

Türkiye Barolar Birliği olarak milli birlik ve beraberliğin pekiştirilmesinin ön koşulunun Anayasa’nın içerdiği asgari teminatların sağlanması olduğu düşüncesindeyiz. Yürürlükteki Anayasa’ya saygı gösterilmedikçe herhangi bir sorunun çözülmesi de mümkün değildir. Anayasa’ya saygı konusunda ise özellikle yargı kararlarındaki saptamalara göre bir yol haritası sunmayı anlamlı görüyoruz.

Çatışma çözümleri konusunda ise temkinli ve terditli (incrementalist) yaklaşımın benimsenmesi gerektiği inancındayız. Bu yaklaşıma göre yıllara yayılmış derin sorunların çözümü aniden köklü adımların atılmasıyla değil, öncelikle karşılıklı güvenin inşasıyla mümkündür. Bu güven inşası, anlaşma sağlanamayan konuların sessizce geçiştirilmesindense (reticence), bunun açıklıkla ortaya konmasını ve gerekli koşulları varsa bir sonraki adımda bir çözüm bulmaya çalışılacağının ilan edilmesiyle mümkün görünmektedir.

Bu çerçevede terör örgütünün ve üyelerinin tüm silah ve mühimmatını tamamen teslim edip yeni bir isimle yeniden kurulmayacağını temin etmesi, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne tam riayeti taahhüt etmesi tüm bu sürecin sağlıklı yürümesinin ön koşuludur.

Yürütme açısından ise ön koşulun, Anayasa’ya tam riayetin sağlanması olduğu düşüncesindeyiz.

Zira toplumun ciddi bir kesiminin yürütülmekte olan bu sürece ihtiyatla yaklaşmasının temel sebebinin bir yanda Meclis çatısı altında toplumsal bütünleşmenin gerçekleşmesi için özgürlük, demokrasi ve hukuk devleti alanında çalışmalar yapmak hedef olarak ortaya konulurken bir yanda ise bazı hukuka aykırı yargı uygulamaları ile idari tasarruflar bu hedefin tam aksine işlemektedir. Bir taraftan milli birliğin ve beraberliğin pekiştirilmesi hedefi ortaya konulurken diğer taraftan hukuka aykırı gözaltı ve tutuklama kararları, bazı AYM ve AİHM kararlarının uygulanmaması gibi yargısal faaliyetler ile kayyım uygulamaları, diploma iptali ve Atatürkçü subayların TSK’dan tasfiyesi gibi idari uygulamalar taban tabana zıt bir sürece işaret etmekte, kamuoyu vicdanını derinden yaralamaktadır.  

Bu bakımdan gerek komisyonun hedef olarak ortaya koyduğu amaca ulaşabilmesi, gerekse toplumun süreci daha güvenle değerlendirebilmesi bakımından ilk etapta çözülmesinin zorunlu olduğunu düşündüğümüz ve akut olarak belirlediğimiz dört başlığı komisyonun bilgisine sunmak isterim;

1- KEYFİ TUTUKLAMALAR

Türkiye’de bazı yargılamalar yönünden en son ve istisnai olarak uygulanması gereken tutuklama tedbiri ölçüsüz ve keyfî biçimde kullanılmaktadır. Son dönemde bunun yoğun örneklerini bazı il ve ilçe belediye başkanları hakkında yürütülen soruşturmalarda görmekteyiz. Bu örnekleri çoğaltabiliriz ancak özellikle belediye başkanlarına ilişkin örneği vermemin sebebi bu kişilerin sahip oldukları halk iradesi temsiliyeti nedeniyle bu hukuka aykırı uygulamaların bireysel hak ihlallerinin yanında demokratik sisteme de ağır zarar verdiğini vurgulamaktır.

Bu keyfî tutukluluk kümesi içinde özellikle bir meslek örgütü olarak mensubumuz Av. Mehmet Pehlivan’ın tutukluluğunun ise altını ayrıca çizmek isterim. Zira bu tutuklama kararının sevk gerekçesinde mesleki faaliyetlerin suç isnadı olarak gösterilmesini genel olarak savunma makamının etkinliğine dönük bir tehdit olarak algılıyoruz.

Bu soruna dönük çözüm önerisi ise aslında bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duymamaktadır. Zira sorun uygulamadan kaynaklanmakta ve genel olarak yargı bağımsızlığı sorunu ile ilgilidir. Ancak yine de keyfî ve basmakalıp gerekçeyle verilen tutukluluk sorununu aşmak için tutukluluğa sevk, tutuklama kararı ve bu kararlara itiraz halinde verilen kararlarda kaçma şüphesi ya da delillerin karartılması olarak gösterilen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerini ayrıntılı olarak belirtme zorunluluğu içeren standart bir formla gerekçelendirme yükümlülüğünün getirilmesi ve tutukluluk hâlinde re’sen yapılan incelemede müdafiin haberdar edilmesi ile duruşmada hazır bulunmasının teminat altına alınmasının bir nebze olsun denetime elverişliliği sağlayabileceği düşüncesindeyiz.

2- İFADE HÜRRİYETİNE DÖNÜK AĞIR İHLALLER

Basın mensupları özelinde tutukluluğun cezalandırma ve basın özgürlüğünü bastırma aracı hâline geldiği, AİHM’in Türkiye ile ilgili bazı kararlarında saptanmıştı. Bugün başta Fatih Altaylı gibi simgeleşmiş isimler olmak üzere bazı gazetecilerin tutuklu yargılanmaları yahut adli kontrol uygulamaları ve hatta yayın yaptıkları kanalların erişime engellenmesi kararları, basın özgürlüğü çerçevesinde ifade hürriyeti bakımından ağır hak ihlallerine sebebiyet vermektedir.

Yine Anayasa’dan kaynaklanan demokratik haklarını kullanırken gözaltına alınan, gözaltı süreleri uzatılan, tutuklanan ya da adli kontrol uygulanan gençlerimizin, öğrencilerin durumu kamuoyu vicdanını derinden yaralarken toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı çerçevesinde ifade hürriyetinin kullanımına dönük ağır baskı ve kaygı yaratmıştır.

Yine bir meslek örgütü olarak, hukuk tarihimizde ilk defa yaptıkları bir açıklama nedeniyle bir baromuzun başkan ve yönetim kurulu üyelerinin görevlerinin sonlandırılmasına karar verildiğinin ve ceza davalarının ise devam ettiğinin altını çizmek isterim. İstanbul Barosu'nun seçilmiş başkan ve yönetimine yargı eliyle yapılan bu hukuka aykırı müdahale yargının kurucu unsurlarından olan savunma makamını hedef almış olup baroların ve avukatlık mesleğinin bağımsızlığı açısından son derece kaygı vericidir.

İfade hürriyeti bağlamında yaşanan sorunlara dair çok sayıda çözüm önerisi sunulabilir. Biz öncelikle;

  • İfade özgürlüğünün önünde engel teşkil eden ve bir “düşünce suçu” kategorisi üreten bazı suç tipleri (TCK md. 216, 217/A, gibi) bakımından yeni bir değerlendirme yapılması ile,
  • 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Hakkında Kanun” da ki içerik engelleme ve erişim yasaklarını keyfî ve yargı denetiminden uzak biçimde uygulanabilir hale getirmesi sorununu gidermek (md. 7-8) için etkili bir değişikliğe gidilmesi ile başlanması gerektiği düşüncesindeyiz.

3- BAZI YARGI KARARLARININ UYGULANMAMASI

TBMM’de olması gerekirken cezaevinde bulunan Can Atalay hakkında verilen AYM kararının ve yine Selahattin Demirtaş ile Osman Kavala hakkındaki AİHM kararlarının uygulanmamasının bireysel hak ve özgürlüklerinin ihlali ile birlikte Anayasal Devlet/Anayasal Demokrasi anlayışına telafisi imkânsız zararlar verdiği inancındayız. Bu çerçevede;

  • Anılan kararların gerekleri zaman geçirmeksizin yerine getirilmeli,
  • Yargı kararlarını icra etmemeye dönük cezai yaptırımlar ayrıntılandırılmalı,
  • AİHM ve AYM kararlarını icra etmemenin ve ayrıca süregelen yargılamalar yönünden objektif etkileri konusunda gerekli değerlendirmenin yapılmamasının idari yaptırımları ve sicil puanına etkileri ağırlaştırılmalı düşüncesindeyiz.

4- KAYYIM UYGULAMALARI

Bu antidemokratik uygulamanın demokratik sisteme verdiği ağır zararın bir an evvel giderilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu kapsamda;

  • Mahalli idarelerin seçilmiş organlarının “görevleri ile ilgili bir suç” dışında başka bir suç kapsamında görevden alınması uygulamasına son verilmeli,
  • Açığa alınacak kişilerin yerine görev yapacak kişilerin seçimle belirlenmesi esası vurgulanmalı,
  • “Görevle ilgili suç nedeniyle” açığa alma uygulamaları söz konusu olduğunda bu konuda bir süre kaydı getirilmelidir. Bu çerçevede Belediye Kanunu md. 45, 46 ve 57 mutlaka değiştirilmelidir.

Dört başlık olarak belirlediğimiz bu akut sorunların temelinde ise yargı bağımsızlığına ilişkin yaşanan sorun yatmakta olup başta Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun yürütmenin etkisinden çıkartılması ve üye belirlenmesi yöntemi olmak üzere Anayasa değişikliği içeren önerilerimizi komisyonun görev alanında bulunmaması nedeniyle bu aşamada paylaşmıyoruz, ancak mevzuat düzenlemesi ile de atılabilecek önemli adımlar olduğu inancındayız. Bu kapsamda;

  • Hâkim ve savcılar için coğrafi teminat sağlanması bakımından 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nda değişiklik yapılmalıdır.
  •  Kamu hizmetine girişte ve özellikle hâkim/savcı mülakatlarında kamera kaydı vb. usullerle şeffaflık sağlanmalı, hak arama özgürlüğü etkin kılınmalıdır.
  • Hâkim ve savcıların mülakatları yürütme erkinden bağımsızlaştırılmış kurullara bırakılmalıdır.
  • Cumhuriyet Savcısına bağlı, İçişleri Bakanlığı’ndan tamamen bağımsız bir adli kolluk sistemi kurulmalıdır.

Sayın Başkan Sayın Komisyon Üyeleri;

Komisyonun terörün Türkiye gündeminden tamamen çıkartılması amacı çerçevesinde geçiş dönemi adaleti kapsamında bir geçiş dönemi kanununun genel çerçevesini belirleme yönünde çalışması var ise mevzuat çerçevesinde kısaca şu hususları paylaşmak isteriz.

Öncelikle geçiş dönemi kanunu kapsamında adı af olmayan ama sonuçları itibarıyla af niteliği taşıyan “örtük af” biçimlerinin sağlıklı yöntemler olmadığının altını çizmek isteriz. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu tür tutumlara mesafelidir. [1]

Hâl böyleyken sonucu itibariyle af niteliği taşıyan düzenlemelerin infaz kanununda değişiklik yapılması yöntemiyle değil, TBMM’de nitelikli çoğunlukla değerlendirilmesi gerekir. Nitelikli çoğunluk şartı, böylesi hassas bir konuda toplumsal uzlaşının sağlanmasının da teminatıdır. Eğer bu çoğunluk sağlanamıyorsa bu konuda koşullar henüz olgunlaşmamış demektir.

Yine bu tür düzenlemeler için bunun bir zorunluluk olması ve güçlü bir gerekçelendirme yapılması gerekir. AİHM’e göre “zorunlu durumlar” dan biri “toplumsal uzlaşının sağlanması” amacıdır. Bu bakımdan düzenleme, keyfî biçimde uygulanmayacak, toplumsal barışa katkı sağlayacak bir nitelik taşımalıdır. Bu yüksek meşru amaç, “geçiş dönemi adaleti” denen ideal açısından özellikle önemlidir.

Bu nedenle yapılacak bir düzenlemenin gerekçesinde ve icabında ilk maddesinde barış, geçiş dönemi adaleti ve toplumsal uzlaşının sağlanması amaçları net bir şekilde ortaya konulmalıdır.

Ancak önemle altını çizmek isterim ki, sadece geçiş dönemi adaletini sağlamak üzere çıkartılacak bir geçiş dönemi kanunu, komisyonun belirlediği temel hedefe ulaşılmasını sağlayamayacak olup akut sorunlar olarak belirttiğimiz alanlarda yapılacak düzenlemelerle birlikte toplumun tamamını kucaklayan, temel hak ve özgürlükler alanını genişleten adımların atılması ile bu hedeflere ulaşılabilir.

Saygılarımla.

Türkiye Barolar Birliği Başkanı
Av. R. Erinç SAĞKAN



[1] Anayasa Mahkemesi, E 1966/7 K 1966/46, 19.12.1966.


Haber ile ilgili Görseller

Görüntüle
Görüntüle