Avukatlar Haftası-2013

7561

Değerli Konuklar,
Sevgili Meslektaşlarım,

Avukatlar Haftası-2013 etkinliklerimizin birincisi olan panelimize hoş geldiniz. Hepinizi Türkiye Barolar Birliği adına, Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlarım adına, kendi adıma sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bu özel haftanın açılışında en başta Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk ve şehitlerimizin, yitirdiğimiz değerli Başkanlarımız Faruk Erem, Eralp Özgen, Teoman Evren ve Özdemir Özok’un, ebediyete intikal etmiş olan sevgili meslektaşlarımızın aziz hatıraları önünde kendi adıma, sizin adınıza sevgi ve saygı ile eğiliyorum.

Değerli Konuklar,

Altın kulelerinden her akşam / Tekrarını ilan eder ömrün / Kuşlar mıdır onlar ki her akşam / Alemlerimizden sefer eyler

Her şeyin fani oluşunu, her mevkiin, her statünün geçiciliğini, ölümü, ama yaşamın gelecek nesillerle birlikte süreceğini ifade eden bu dizeler Ahmet Haşim’e ait.

Biz Avukatlar için önemli ve değerli olan Avukatlar Haftası-2013’ün açılışında aklıma ilk gelen Ahmet Haşim’in bu dizeleri oldu.

Davalarıyla, savunmalarıyla, fikirleriyle, verdikleri mücadeledeki haklılıkları, ama uğradıkları haksızlıklarla tarihe mal olmuş olan Sokrates, Thomas More, Galileo, Dred Scott, Alfred Dreyfus, Mithat Paşa, Nazım Hikmet, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey ve diğerleri ‘alemlerimizden sefer eylemişler’dir, ama onların fikirleri, savunmaları bize ışık vermeye, mücadeleleri örnek olmaya devam ediyor.

Peki! Onları itham eden savcıları, mahkum eden yargıçları bugün kim anımsıyor? Hiç kimse. Onlar Shakespeare’in, ‘taşınması çok ağır bir yük’ olarak tanımladığı ‘vicdan’larıyla ‘alemlerimizden sefer eylediler.

Herhalde, sefer eyledikleri günden bugüne vicdanları, hakkındaki ölüm kararı açıklandıktan sonra Sokrates’in söylediği şu sözlerle sızlıyordur: “Siz yargıçlar, ölüm konusunda ümitli, iyimser olmalısınız ve iyi insanın başına ne hayattayken, ne de ölümden sonra kötü bir şey gelmeyeceği ve onun meseleleri karşısında Tanrıların kayıtsız olmadığı gerçeğini kabul etmelisiniz. Demek ki kaderim tesadüfi değil. Şimdi ölmenin ve bütün dertlerden kurtulmanın benim için en iyi şey olduğundan eminim. İşte zaten bu yüzden beni mahkum eden insanlara ve itham eden davacılarıma öyle fazla bir kızgınlık duymuyorum. Kuşkusuz bana iyilik yapmak için dava açmadılar ve beni bu amaçla mahkum etmediler, aksine bana zarar vermeyi düşünüyorlardı; esas bunun kınanması gerekir. Bir şeyi daha ifade etmeden geçmek istemiyorum: Ben nasıl size ağırlık oldu isem, siz de aynı şekilde büyüdüklerinde oğullarıma ağırlık olun ve erdem yerine para ya da başka bir şey için çabaladıkları, olmadıkları bir şey olmayı talep ettikleri, hiçbir şeye yaramadıkları halde bir şey olduklarını sandıkları ve doğru olan şeylerin peşinden gitmedikleri gün, benim size yaptığım gibi siz de onları suçlayın ve cezalandırın. Eğer bunu yaparsanız, o zaman bana ve oğullarıma adil ve haklı davranmış olacaksınız.

Değerli Konuklar,

Dünyanın en onurlu ve fakat en zor mesleklerinden birisi avukatlık mesleğidir. Bu zorluk, avukatların, avukatlık mesleğinin statüko ile sorunu olmasından kaynaklanır. Onun için dünyanın hemen her tarafında avukatlar siyasal iktidarlar tarafından pek sevilmezler.

Bu zorluk, bizim gibi hukuka aidiyet bilincinin yeteri kadar gelişmediği toplumlarda daha da ağır koşulları beraberinde getirir.

Yine bu zorluk, savunmanın yargılama faaliyetinin asli unsuru olduğunun, yargılama faaliyetini demokratikleştiren ve meşrulaştıran unsurun savunma olduğunun bilincinde olmayan, buna göre eğitilmeyen, yetiştirilmeyen, kendilerini bu yönde geliştirmeyen, insanı değil, insan haklarını değil, devletin menfaatlerini korumayı adalet sayan kimi hakim, savcı ve kolluk güçlerinin olduğu ülkelerde, avukatlık mesleğinin icrasını daha da zorlaştırır, ağırlaştırır.
Nitekim ülkemizde de durum böyledir, bu bağlamda bugün ülkemizde hemen her zeminde, ister hukuk, ister ise ceza davası olsun avukatlık mesleğinin icrası son derece zordur ve giderek daha da zorlaşmaktadır.

Son 10 yıl içerisinde avukat meslektaşlarımıza yönelik 300'den fazla saldırı oldu. Bu saldırılardan kimi ölümle, kimisi de ağır yaralanma ile sonuçlandı. Bu saldırıların bir bölümünün bazı kolluk görevlilerince gerçekleştirilmesi durumu daha da vahim kılmaktadır.

Yine avukatlarla ilgili soruşturma faaliyetlerinde gözaltı, arama, el koyma gibi işlemlerin özensiz ve hukuka aykırı yapıldığı yolunda çok sayıda ve birçoğu da haklı yakınma bulunmaktadır.

Bu haklı yakınmalardan bir tanesi de Ankara, İstanbul, İzmir ve Antalya olmak üzere, birçok ilde Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi olan avukat meslektaşlarımıza yönelik uygulamadır.
Bu dernek üyesi meslektaşlarımızın arama, gözaltı, yakalama kararları, soruşturma ve kovuşturma usulleri CMK’nın 118, 130, 136. maddeleri hükümlerine, Avukatlık Kanunu’nun 58 ve 59.maddelerine aykırı biçimde yapılmıştır.

Oysaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Elçi ve diğerleri /Türkiye-2003 kararında ifade ve işaret edildiği üzere, ‘avukatlara karşı yapılacak baskı veya tacizler sözleşme sisteminin özüne yapılmış saldırılardır. Bu yüzden her ne şekilde olursa olsun baskı iddiaları ama özellikle avukatların geniş ölçekli tutuklanmaları ve gözaltına alınmaları ve bürolarının aranmaları Mahkeme tarafından oldukça sıkı bir incelemeye tabi tutulması gerekir.

Bu aşamaya kadar anılan bu kararda işaret edilen çerçevede uygulama yapılmadığı gibi meslektaşlarımızın tutuklandıkları günden bu güne kadar yaklaşık 2.5-3 ay geçmiş olmasına rağmen ortada daha hala hazırlanmış bir iddianame yoktur. Bu durum son derece ciddi bir hak ihlalidir.

Değerli Konuklar,

19 Ocak 2013 tarihinde yaptığımız basın toplantısında ‘5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun -yargı görevini yapanı etkileme- başlıklı 277. maddesi başlığı ile birlikte tamamen değiştirilmiş olup maddenin yeni hali, asıl görevi maddi gerçeğin ortaya çıkması ve adaletin gerçekleşmesini sağlamak olan, bunları sağlamak için de hukuka uygun olarak bizatihi yargıyı etkileyerek savunma görevini yürüten avukatların mesleklerini ifa etmeleri konusunda ciddi bir tehdittir. Yapılacak yeni bir düzenlemeyle bu tehdittin ortadan kaldırılması gerekir’ demiştik.

Bunu ifade etmemizden çok az bir zaman sonra İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri hakkında ‘yargı görevini yapanı etkileme’ suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açıldı. Bu davanın açılmış olması 19 Ocak 2013 tarihli basın toplantısında tespit ve ifade ettiğimiz endişede ne kadar haklı olduğumuzun somut bir göstergesidir. O nedenle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 277. maddesinin yeniden düzenlenerek bu maddenin avukatlara yönelik bir tehdit olmaktan çıkarılması gerekir.

Değerli Konuklar,

Hep ifade ettik, bıkmadan ifade ettik, yine ifade edelim; tutuklama kararı, bir hakka, yani özgürlük hakkına hukuk yoluyla da olsa tecavüz niteliği taşıdığı, adil yargılanma hakkı ile doğrudan ilişkili ve yine ceza değil bir önlem, kural değil bir istisna olduğu için son derece dikkatli biçimde verilmesi gereken kararlardandır. Ne yazık ki, ülkemizdeki uygulama biçimi itibariyle tutuklama, istisna ve önlem olmaktan çıkmış, kurala ve hatta erken infaza dönüşmüştür.

Oysaki “Tokyo Kuralları” olarak bilinen 1990 tarihli “Birleşmiş Milletler Hapis Dışı Tedbirler Hakkında Asgari Standart Kuralları” ile 1990 tarihli “Birleşmiş Milletler Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri”de yazılı olduğu üzere, yargılama öncesi tutukluluk, iddia konusu suçun soruşturulması ve mağdurun korunması amacıyla ceza yargılamasında son çare olarak uygulanır.

Aynı şekilde yargılama öncesi tutukluluğa alternatif tedbirler de, mümkün olduğunca en erken aşamada uygulanır. Yine kişinin tutuklanmasından hemen sonra görevli yargı organının önüne çıkarılması gerekir. Soruşturmadaki yetkisizlik tartışmalarına, iddianamelerin çok uzun sürede hazırlanmalarına bağlı olarak dava açma süresinin uzaması sonucu, tutukluluk süreleri de uzamakta ve bu durum ciddi mağduriyetlere neden olmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ‘adil yargılanma hakkı’ başlıklı 6. maddesinin 3/a-b maddesi hükmüne göre her sanık ve elbette sanık müdafii; ‘kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda ve ayrıntılı biçimde bilgili kılınmak, savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklarla sahip’ olmak hakkına sahiptir. Ne var ki uygulama çoğu zaman bu şekilde olmamaktadır. Şöyle ki iddia ve savunma makamlarının gerek sahip oldukları fiziksel koşullar, gerekse yargılama sürecindeki işlevleri itibariyle eşit olmaları gerekir. ‘Silahların eşitliği’ olarak ifade edilen bu ilke, Türkiye’de, sadece duruşma salonlarındaki avukat-savcı yerleşmesiyle, duruşma sırasında ve arasında hâkim savcı yakınlığı ve işbirliği ile ihlal edilmemekte, bunun dışında dosyaya ve delillere erişim konusunda da avukatların aleyhlerine olacak biçimde işletilmektedir.

Oysaki silahların eşitliği ilkesi savcının delillere eriştiği anda savunmanın da delillere erişmesini emreder. Türkiye uygulamasında avukat, dosyaya ve delillere bırakın soruşturma aşamasını, kimi davalarda kovuşturma aşamasında dahi erişmekte güçlük çekmekte ve hatta tam anlamıyla erişememektedir.

Aynı şekilde ülkemizin de taraf olduğu Avukatların İşlevlerine İlişkin Temel İlkeler/Havana Kuralları’nın 16/a-c maddesi hükmüne göre, gerek hükümetler, gerekse yargı organları ile diğer kamu kurum ve kuruluşları avukatların; “hiçbir baskı, engelleme, taciz veya yolsuz müdahaleyle karşılaşmadan her türlü mesleki faaliyeti yerine getirmelerini, kabul görmüş meslek ahlak kurallarına, görevlerine, standartlarına uygun faaliyette bulundukları için kovuşturma veya idari, ekonomik veya başka bir yaptırımla sıkıntı çekmemelerini ve tehditle karşılaşmamalarını sağlamakla yükümlüdürler. ”

Yine Havana KurallVarı’nın 22. maddesi hükmüne göre yargı organları ve hükümetler; “avukatlar ile müvekkilleri arasında mesleki ilişkiler kapsamındaki bütün haberleşme ve görüşmelerin gizli olduğunu kabul etmek ve buna saygı göstermek” zorundadırlar.

Hal böyle iken KCK, Balyoz, Ergenekon olarak bilinen davaların yargılamasının yapıldığı duruşma salonunda sanık avukatlarının oturdukları bölüme “tavandan aşağıya doğru sarkıtılmış, dört/beş metre uzunluğunda, ucunda ses ve görüntü alma cihazlarının bulunduğu kablolar yerleştirilmiş”, yapılan bu uygulamanın ulusal ve uluslararası düzeyde koruma altında olan avukat/müvekkil ilişkisinin gizliliği ilkesine, adil yargılanma hakkı ile bu hak kapsamında bulunan savunma hakkına, evrensel nitelikteki savunmanın özgürlüğü, bağımsızlığı, dokunulmazlığı ilkelerine aykırıdır.

Değerli Konuklar,

Avukatlık mesleğine kalite kazandırmak ihtiyacının varlığı tüm barolarımızın üzerinde mutabakat sağladığı bir husustur. Bu sadece barolarımızın ve Türkiye Barolar Birliği’nin değil, aynı zamanda ülkemizin de bir ihtiyacıdır, hem de acil ihtiyacıdır. Bu ihtiyacı karşılamanın en etkili aracı avukatlık sınavıdır. Sınav sadece avukatlık mesleğine kazandıracağı kalite ile iş sahiplerini kalitesiz avukatlara karşı koruma getirmeyecek, aynı zamanda sayıları 100’ü aşmış olan ve bir kısmı da gerek fiziki koşulları, gerekse akademik kadrosu itibarı ile yetersiz bulunan hukuk fakültelerinden gençleri ve anne babaları koruyacaktır. O nedenle iktidarıyla muhalefetiyle siyaset kurumundan talebimiz bir an önce avukatlık sınavının zorunlu hale getirilmesini sağlamasıdır.

Değerli Konuklar,
Bugünkü panelimizin de konusunu oluşturan hükümlü ve tutuklu hakları, gerek başta Anayasamız olmak üzere ulusal düzeydeki yasal düzenlemelerle, gerekse ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşme hükümleriyle güvence altındadır.
Buna göre;

  • Her tutuklu ve hükümlünün başta can güvenliği olmak üzere insan olmaktan kaynaklanan kişi dokunulmazlığı ve temel hakları vardır.
  • Tutuklu ve hükümlülerin hapishanede olmaktan kaynaklanan hak ve özgürlük kısıtlaması dışında, temel insan hak ve özgürlükleri kısıtlanamayacağı gibi bunları kullanmaları da engellenemez.
  • Hiç bir tutuklu ve hükümlü, insanın ruh ve beden sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yaratacağı bilimsel olarak kanıtlanan hapishanelerde kalmaya zorlanamayacağı gibi sosyo-kültürel yapı ve gelenekler ile insan sağlığına aykırı, izolasyon-tecrit amaçlı hapishanelerde tutulamaz.
  • Hiçbir tutuklu ve hükümlüye bedensel ceza, hücreye kapatma ve insanlık dışı, onur kırıcı cezalar verilemez.
  • İnsanca yaşamın gerektirdiği ihtiyaçlardan yararlanma hakkı, disiplin, güvenlik veya cezai yaptırım adına ortadan kaldırılamaz.
  • Koğuş aramaları tutuklu ve hükümlünün kişi dokunulmazlığı ve mahremiyetine saygı temelinde gerçekleştirilmek zorundadır. Bir diğer ifade ile bu tür aramalar baskı, eziyet, gözdağı, keyfilik aracı haline getirilemez.
  • Hapishaneler arası sevkler ya da hastane, mahkeme sevklerinde yapılan aramalar tacize dönüştürülemez, onur kırıcı biçimlerde arama yapılamaz.
  • Sevkler işkence haline getirilemez.
  • Sayımlar, tutuklu ve hükümlülerin doğal yaşamlarını bozmayacak şekilde, uygun bir saatte ve makul personel sayısıyla yapılır.
  • Tutuklu ve hükümlülerin ruh ve beden sağlığını esas alacak sağlık koşullar ile tıbbi olanakları sağlamak devletin görevidir.

Hal böyle iken kamuoyuna yansıyan Pozantı ilçesindeki M Tipi Çocuk Cezaevi’nde yaşananlar başta olmak üzere yazılı ve görsel basında yer alan diğer haberler ile çok sayıdaki hükümlü ve tutuklunun Birliğimize gönderdiği mektuplardan, kimi cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü haklarıyla ilgili ulusal mevzuatımız ile uluslararası sözleşme hükümlerine aykırı davranıldığı anlaşılmaktadır.

Birliğimize intikal eden ve Birliğimiz tarafından da Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne iletilen bu yakınmaların dikkate alınması, ulusal mevzuatımızın ve ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşme hükümlerinin öngördüğü koşulların sağlanması insan olarak, yurttaş olarak, avukat olarak, barolar ve Türkiye Barolar Birliği olarak dileğimizdir.

Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyor, hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum.