BAROLARDAN DESTEK AÇIKLAMALARI

10511

ANKARA BAROSU

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını, Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın adli yıl açılışında konuşma hakkının elinden alınmak istenmesi karşısında, bu geleneğe sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Demokratik bir hukuk devletinde, geçerli olan en temel ilkelerden biri kuvvetler ayrılığıdır. Söz konusu ilke yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrı ve yargının bağımsız olmasını gerektirir. Zira bağımsız olmaksızın yargı; yasama ve yürütmenin işlemlerini hukuka uygunluk bakımından denetleyerek, hukuk devletinin güvencesi olamaz.

Nitekim demokrasinin zorlu yollardan geçtiği dönemlerin, yasamanın yargı bağımsızlığını tehlikeye düşüren kanunlar çıkardığı, yürütme organının ise buna dayanarak yargıyı etkisi altına  almaya çalıştığı dönemler olması tesadüf değildir. Zira iktidar, doğası gereği sınırsız olmak ister ve yargıyı bunun önünde bir engel olarak görür. Oysa yargı ve onun bağımsızlığı kimse için bir engel değil, kişi hak ve özgürlüklerinin vazgeçilmez güvencesi ve belki de zor zamanlarda yegâne koruyucusudur.

Yargı bağımsızlığı denildiğinde akla ilk gelen hakimler ve sonra savcılar olsa da, yargının içinde yargı bağımsızlığını sağlamak bakımından avukatların özel bir önemi vardır. Zira avukatlar hakim ve savcılar gibi vicdanen bağımsız olmanın yanı sıra onlardan farklı olarak ekonomik olarak da bağımsızdır. Bu nedenle yürütme organı, yargı idaresi aracılığıyla hâkim ve savcılar hakkında disiplin kurallarını işletmek, onları tayin ettirmek vb. girişimlerde bulunabilmektedir. Oysa konu avukatlar olduğunda, böyle imkânlar elde olmadığından, avukatları susturmak daha zor ve çok daha önemlidir. Zira avukatlar, önlerini kimse önünde iliklemeden, gelecek ve ikbal kaygısı taşımaksızın yargının diğer kurucu unsurları olan hakim ve savcıları da savunma durumundadır. Hiçbir yargı mensubunun cüppesinde ilik olmamasının bir nedeni de budur.

Aynı fakülteden mezun olan fakat meslekteki uzmanlıkları gereği yargı mensubu olarak hakim, savcı, avukat adını taşıyan meslektaşlar bakımından, adli yılın açılış gününde avukatların temsilcisinin de özgürce konuşmasından daha doğal bir şey yoktur. Nitekim uzun yıllardır böyle olarak, bu bir gelenek haline gelmiştir. Elbette yürütme mensupları bunu yadırgayabilir ve istemeyebilir. Zira bir kısmında kendi icraatlarının da eleştirildiği bir konuşmayı dinlemektense, sınırsız ve tahammülsüz olmak ve bu konuşmayı yapacak kimsenin elinden bu hakkı almaya çalışmak iktidarın doğasına uygundur. Neyse ki insanlık, bu tür bir iktidara karşı kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerini geliştirmiştir.

Kurumlar kuruluş günlerinin eskiliği veya mevzuatlarının mükemmelliğiyle değil, gelenekleriyle kurum olurlar. Gelenekler mevzuatta yazmaz, bir günde oluşmaz, zamana ve ortama uymaz, kişilerin isteğiyle değişmez. Bu nedenle yargının tüm unsurlarını ve bu unsurların daha özgür bir ülkede güvenceli yaşasınlar diye hizmet ettiği tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını, avukatların temsilcisi olan Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın adli yıl açılışında konuşma hakkının elinden alınmak istenmesi karşısında, bu geleneğe sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur
Av. Sema Aksoy
Ankara Barosu Başkanı


İZMİR BAROSU

BAĞIMSIZ YARGI "TEK ADAM" SÖYLEMLERİNE TESLİM OLMAMALIDIR

Başbakan/Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan sonra, yeni adli yılı açılış törenine katılmayı, Türkiye Barolar Birliği Başkanı'nın konuşma yapmaması şartına bağlaması, bugüne dek benimsediği "hukuk ve yargı" algısının yeni bir tezahürü olup hiçbir şekilde kabul edilemez bir durumdur.

Adli yıl açılış törenleri, şekilsel olarak Yargıtay'ın ev sahipliğinde gerçekleşse de, yargının tüm unsurlarının, geçmişe, bugüne ve geleceğe ilişkin değerlendirmelerini, beklentilerini ve önerilerini dile getirdikleri ve kamuoyuyla paylaştıkları bir zemindir. Savunma örgütleri olan barolar ve Türkiye Barolar Birliği bu törenlerin vazgeçilmez unsurları ve ev sahipleridir.

Başbakan-Cumhurbaşkanı, henüz daha görevini bile devralmadan, yürütmenin başı olarak davetli olduğu bir toplantıya katılmayı böyle icapsız bir şarta bağlayarak, yargının kurucu unsuru olan savunmanın temsilcisine saygısızlık etmekle kalmamış, yargıyı biçimlendirme yönündeki adımlara bir yenisini daha eklemiştir.

Bu noktada, Yargıtay Başkanı'nın, konu ile ilgili karar vermek üzere Yargıtay Başkanlar Kurulu'nu toplantıya çağırması, iktidarın yargıyı biçimlendirme çabasının ne kadar etkili olduğunu açıkça gözler önüne sermiştir. Yargıtay Kanunu'nun 17. maddesinde görev ve yetkileri sayılan Başkanlar Kurulu eğer tören organizasyonuna ilişkin bu gündemle toplanır ve bir karar alırsa, temsil ettiği yüksek yargının saygınlığı büyük bir darbe alacak, siyasal iktidarın yargının bağımsızlığına yönelik saldırıları karşısında edilgen bir tavır göstermiş olacaktır.

Şimdi, Başbakan/Cumhurbaşkanı'nın iki dudağı arasından çıkan sözü emir telakki edip Yargının Kurucu unsuru savunmanın temsilcilerinin söz hakkını engellemeye çalışmak yargı bağımsızlığının yok edildiğinin ilanı olacaktır. Bu nedenle toplantı çağrısından derhal vazgeçmek ve daha önce belirlendiği biçimiyle adli yıl açılışını gerçekleştirmek şarttır. Tek adam tehditlerine boyun eğilmemelidir.

Unutmamak gerekir ki, "Bağımsız yargı", tek adam tavırlarına, söylemlerine, beklentilerine kurban edilemeyecek kadar değerlidir.
Başbakan/Cumhurbaşkanı'nın bu tavrı, demokratik hukuk devletinde asla yeri olmayan baskıcı ve otoriter nitelikte yasama ve yürütme faaliyetlerini devam ettiren siyasal iktidarın, kuvvetler ayrılığını hiçe sayan, yargı bağımsızlığını tanımayan uygulamalarının devamı niteliğindedir. Başbakan Erdoğan, yakın geçmişte, "Sistemde yaşadığımız sıkıntılar var. Umulmadık yerde yargıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. İşte bu kuvvetler ayrılığı denen şey var ya; o önünüze gelip engel olarak dikiliyor." şeklindeki sözleriyle yargı bağımsızlığına yönelik iradesini açıkça ortaya koymuştur.

Başbakan/Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözleri, yargının kurucu unsuru olan savunmaya, savunmanın onurlu temsilcileri olan avukatlara ve avukatların meslek örgütleri olan barolara ve Türkiye Barolar Birliği'ne yönelik tahammülsüzlüğünün ilk örneği değildir.   

İzmir Barosu olarak, bugüne dek olduğu gibi bundan sonra da, yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına ve özellikle savunmaya ve savunma örgütlerine yönelik saldırılara karşı kararlı bir şekilde, yılmadan mücadele edeceğimizi kamuoyunun bilgisine sunarız.

Saygılarımızla.

İZMİR BAROSU BAŞKANLIĞI


İSTANBUL BAROSU

MAJESTELERİNİN HUKUKU MU BAĞIMSIZ YARGI MI?

Müstakbel Cumhurbaşkanı Erdoğan buyuruyor  ki, TBB Başkanı Adli Yıl Açılış Töreninde konuşacaksa, kendisi bu toplantıya katılmayacakmış. Birkaç gün sonra Anayasa gereğince "devletin birliğini" temsil görevi üstlenecek olan Erdoğan, bu törenlerin artık "reforme edilmesi" gereğini de vurgulamış. 

Birkaç gün önce kendi Başkanının konuşma süresi kadar TBB Başkanına da süre ayıran Yargıtay, şimdi bu beyan üzerine Başkanlar Kurulunu toplayarak "yeni bir karar" alma ihtiyacı duymuş.

Böyle bir beyanı da bu beyandan sonra doğduğu belirtilen ihtiyacı da, adına demokrasi denilen rejimi benimsemiş bir ülkede duyabilmek olası değildir. Hele o ülkelerde kuvvetler ayrılığı gerçekten yerleşip serpilmişse, bu gelişmeler ancak "hayret" yaratır.
 Ancak Başbakan haklıdır. Çünkü bilmektedir  ki, Türkiye'nin hukuk konuşulan bütün platformları kendi hükümetleri için birer eleştiri ortamları olacaktır. Çünkü kendi hükmettikleri bu dönemde, Alman Yargıçların "asrın hırsızlığı" olarak niteledikleri bir davada savcılar sanık olmuş, sanıklar itibar görmüştür. "Kumpaslar" bu dönemde kurulmuş, insanlar suçsuz yere hapislerde yatmıştır. Yargı görevi bu dönemde cemaatlere ihale edilmiş, bir süre "beraber yürünen yollara" özel yetkili mahkemelerle beraber çıkılmıştır. Sahte deliller, hukuksuz dinlemeler sözde yargılamaların kanıtları sayılırken, o davaların savcısı Başbakan olmuştur. Kendi hükmettikleri dönemlerde yolsuzluklar soruşturulamaz olmuş, soruşturanlar sürülmüş, özel atamalarla tahliyeler sağlanırken, bunu sağlayan yargıçlara özel mahkemeler açılmıştır. Dünya hukuk tarihinde ilk kez milli irade, yolsuzlukların aklanmasında araç kılınmış ve yurttaşlar aldatılmıştır.

Daha onlarcası yaşanan benzeri uygulamaların sorumlusu konumundaki  Başbakanın sınırlı olan ve evvelde de "sınanmış" olan tahammül gücünün bu gelişmelerin yorumlanmasına yetmeyeceği bellidir. Bu nedenle de katılmaktan değil, katıl(a)mamaktan söz edilmesi daha doğrudur.

Asıl sorun şimdi Yargıtay Başkanlar Kurulunun "vermek ihtiyacını duyduğu" karardadır. Yargıtay Başkanlar Kurulunun vereceği karar, Türkiye"nin geleceğinde "majestelerinin hukukunun" egemen olup olmayacağı kararıdır. Gelenek ve teamül kavramlarının hukuksal retorik olarak ifade ettiği anlamların dersine ihtiyac olduğu son derece açık bir gerçeklik iken, bu dersi vermekten imtina eden Yargıtay, tarihiyle çelişen bir kayba uğrayacaktır. Tarihe adını altın harflerle yazdırmayı başaran hukukçuların  tek ortak özelliği arınmayı başardıkları korkunun onlara verdiği özgür düşünme yetisidir. Adaleti kutsal kılan sadece özgür yargıçlar ve savunmadır.

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI


MERSİN BAROSU

Geçtiğimiz hafta Türkiye Cumhuriyeti' nin 12. Cumhurbaşkanı seçilen sayın Başbakan bir açıklama yaparak, Yargıtay’daki Adli Yıl Açılış Töreninde TBB Başkanının konuşma yapması halinde törene katılmayacağını ifade etti. 

Doğrusu şaşırmadık. 

Demokrasi yolu ile iktidara geldikten sonra demokrasinin kurallarını bir tarafa bırakarak iktidarda kalmaya çalışanların icraatlarını uzun zamandır izliyoruz.

Bu icraatların en başında yer alan; yargıyı yeniden dizayn etme çabaları bir kez daha tezahür etmiştir. Sayın Başbakan/Cumhurbaşkanımız kuvvetler ayrılığından ve bağımsız yargıdan duyduğu rahatsızlığı dile getirmeye devam etmektedir. Şimdi de 70 yıllık gelenek olan adli yıl açılış törenlerine müdahale etmeye çalışmaktadır.

Sayın Başbakan' ın savunmayı dışlayan tarafgir ve ayrıştırıcı söylemlerinin Yargıtay tarafından dikkate alınarak toplantı gündemi oluşturulması da üzüntü verici olmuştur.

Yargıtay Başkanlar Kurulu' nun karar vermek bir yana; yargının kurucu unsurlarından biri olan savunmanın, 79 baronun ve 85.000 avukatın temsilcisi TBB Başkanının konuşma yapıp yapmayacağını tartışması dahi; 4000 yıllık tarihi olan avukatlık mesleğine karşı bir tavırdır. Bunun başka türlü izahı yoktur. 

Öyle umuyoruz ki; Yargıtay Başkanlar Kurulu alacağı tarihsel karar ile; totaliter rejim heveslilerinin baskısını yaşamımızın her alanında hissettiğimiz bugünlerde ülkemizde demokratik hukuk devletinin geleceğine yön verecek olan adımı atacaktır.

Bu karar sürecinde hatırlatmakta fayda görüyoruz:

M.Ö 5. yüzyılda  Atina Devleti yöneticileri Meletos ve Anytos'un zulmüne karşı hakkında ölüm cezası verileceğini bile bile boyun eğmeyerek; son savunmasında ''.. başka biçimde yaşamaktansa yapmış olduklarımı yaparak ölmeyi her zaman yeğlerim.'' diyerek ölüme giden Sokrates bugün savunduğu ilke ve değerlerle hala yaşamaktadır. Onun hakkında ölüm kararı veren yargıçlar ise hatırlanmamaktadır.

Sayın Başbakan'ın savunmaya yönelik bu tahammülsüz tavırları ilk değildir; öyle anlaşılıyor ki son da olmayacaktır. Ancak bilinmelidir ki; kimden gelirse gelsin bundan önce olduğu gibi şimdi ve bundan sonra da Mersin barosu olarak savunma hakkına yönelen tüm saldırıların ve her türlü hak ihlalinin karşısında olacağız.

Kamuoyuna saygıyla sunarız.

Mersin Barosu Adına
Av.Alpay Antmen
Mersin Barosu Başkanı


MUĞLA BAROSU

AVUKATLAR YARGI ERKİNİN KURUCU UNSURUDUR. 
SAVUNMA/AVUKAT YOKSA ADALET YOK!..

Sayın Metin Feyzioğlu diyor ki;

[Sayın Erdoğan, “Türkiye Barolar Birliği Başkanı geliyorsa Adli Yıl açılış törenine katılmam” şeklinde bir açıklamada bulunmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yetmiş yedi milyonun Cumhurbaşkanı olacağına dair Milletin huzurunda verdiği sözle uyumlu olmayan bu açıklama, Cumhurbaşkanlığı Makamının tarafsız olmasını bekleyen herkesi hayal kırıklığına uğratmıştır.

Avukatlar, yargının içinde yurttaşı temsil eden “kurucu unsur”dur. 

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın savunmayı protesto etmesi, Yargıtay üzerinde baskı kurmaya ve yetmiş yedi milyonu savunan avukatların meslek örgütünü susturmaya çalışmaktır. ] Bu sözlerin haksız ve yersiz olduğu söylenebilir mi?

Sayın R.T. Erdoğan seçilmiş kişilere büyük önem ve değer verdiğini savunuyor. Onlara saygı istiyor… Ama Sayın Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun da Türkiye Avukatlarının  oyları ile seçildiğini, dikkate almıyor.

Sayın R.T.Erdoğan “tabuları yıkmakla” övünüyor… Ama Sayın Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun da “tabularla” mücadele ettiğine dikkat etmiyor görünüyor.

Üstelik yukarıdaki sözleri söylediği gün Sayın R.T.Erdoğan Türkiye’nin Cumhurbaşkanıydı. Anayasamıza göre Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır. Yürütmenin başı olarak Sayın Erdoğan; Yargı erkinin kurucu unsuru olan “savunmanın başına” karşı bu tutumuyla, yargı erkini baskı altına almış olmuyor mu?

Sayın Prof Dr. Metin Feyzioğlu Başkanımız’ın muhatap olduğu bu tavır asla kabul edemeyeceğimiz bir tür “yargıya müdahaledir.”
Anayasamıza göre Cumhurbaşkanımız , “Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.”(AY md. 104) “Cumhurbaşkanlığ”ı da, “Yargıtay” da, Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşu olarak “Türkiye Barolar Birliği”de Devletin organlarıdır. Bu organlar Cumhurbaşkanımız tarafından  anlamsız ve nedensiz biçimde karşı karşıya getirilemez. Bu tür bir  müdahale Türkiye’nin hukuk kurumları olarak Barolarımızın kabul edeceği bir gelişme olamaz.

Üstelik adli yıl açılışında TBB Başkanının konuşması yerleşik ve istikrar kazanmış bir uygulamadır. Yani  bir teamüldür. Bilindiği gibi “Teamül” hukukun kaynakları arasında kabul edilmektedir. Bir uygulamanın “kanunda yeri yok, bu bir  teamül” nitelemesiyle reddedilmesi,  hukuksal olarak kabul edilemez ve itibar edilemez.

Devlet işleyişi; Anayasal yönüyle  “kurumlar arası ilişkilerdir” Kurumların tüzel kişilikleri arasındaki ilişkileri ikincil, kişiler ile kurumlar yada  kişiler arası ilişkileri birincil gören bir anlayış; demokratik ve sağlıklı bir yönetim anlayışı değildir. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “duygusal bir tepki” olarak niteleyebileceğimiz sözlerinin adli yıl açılışında yaşanmamasını diliyoruz.
Bütün bunların yanı sıra; Sayın Yargıtay Başkanının konuyu “Başkanlar Kurulunun takdiri içinde“  kabul etmesi ve öyle değerlendirmesi de hukukçular tarafından anlaşılabilecek bir şey değildir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Av. Mustafa İlker GÜRKAN
Muğla Barosu Başkanı


ARTVİN BAROSU

"SAVUNMANIN YOK SAYILMASI, HUKUK DEVLETİNİN VE DEMOKRASİNİN İÇSELLEŞTİRİLEMEMESİDİR"

10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan halk oylaması ile Türkiye Cumhuriyeti'nin 12. Cumhurbaşkanı seçilen Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın, Yargıtay Başkanlığı'nda yapılacak olan geleneksel adli yıl açılış töreninde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu'na konuşma yapma hakkı tanınması durumunda törene katılmayacağını beyan etmesinin ardından, Yargıtay Başkanı Ali Alkan'ın konuyu Yargıtay Başkanlar Kurulu'na taşıyacağını beyan etmesi demokratik hukuk devleti adına kaygı vericidir.

Türkiye Cumhuriyeti, Anayasası'nın 2. maddesinde düzenlendiği üzere; "Toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir." Türkiye Cumhuriyeti, hukuk kuralları ve yıllardan beri süregelen devlet gelenekleri ile yönetilmektedir. Devletin tepesinde bulunan kişilerin hukuk kurallarını ve devlet teamüllerini yok sayarak, keyfiyet ve buyruklarla devleti yönetmesi, yalnız ve ancak Orta Çağ karanlığında kalmış Monarşik yönetimlerde ve demokrasi tarihinin sayfalarına kara bir leke olarak geçen faşist dikta yönetimlerinde mümkündür. Bu hali ile demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nde böyle bir durum kabul edilemez.

Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, Türkiye'de 80 bini aşkın neferi bulunan "Savunma Ordusu"nun; Türkiye Barolar Birliği'nin seçilmiş başkanı ve mutlak temsilcisidir. Şüphesiz ki savunma, yargının kurucu unsuru ve ayrılmaz bir parçasıdır. Savunmanın yok sayılması yargıyı Engizisyon karanlığına sürükleyecektir. 

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan'a, 28 Ağustos 2014 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına yemin edeceğini ve kendisinin artık bir siyasetçi değil Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olduğunu bir kez daha hatırlatmak isteriz.

Sayın Cumhurbaşkanı'nın buyruğu ile Yargıtay Başkanı'nın, yıllardan beri süregelen ve bir devlet geleneği halini almış olan, savunmanın temsilcisi Türkiye Barolar Birliği Başkanı'na Adli Yıl açılış törenindeki konuşma hakkı verilmesini tartışmaya açması en hafif tabiri ile savunmanın yok sayılması ve hukuk devletinin içselleştirilememesidir.

Her fırsatta ifade ettiğimiz üzere Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu'na karşı takınılan her türlü tavır Türkiye genelindeki 80 bini aşkın hukuk savaşçısı Avukat meslektaşımıza yapılmış sayılır.

2014-2015 Adli Yıl açılış töreninde savunmanın söz hakkının tartışmaya açılmış olması dahi, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokrasi ve hukuk değerleri bakımından uğradığı erozyonun açık bir göstergesidir. Türkiye Barolar Birliği Başkanı'nın bu törende konuşturulmaması ya da Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın, Birlik Başkanımızın konuşma yaptığı adli yıl açılış törenine tepki göstererek katılmaması hukuk devleti adına kabul edilemez bir durumdur.

Gerek Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a, gerekse de Yargıtay Başkanı Ali Alkan'a, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik bir hukuk devleti olduğu ve bu doğrultuda hareket etmeleri gerektiği gerçeğini bir kez daha hatırlatmak isteriz.
Kamuoyuna saygılarımızla&S230;

Av. Ali Uğur ÇAĞAL
Artvin Barosu Başkanı


KAYSERİ BAROSU


ESKİŞEHİR BAROSU

YARGITAY'I HUKUK DEVLETİ'NİN YENİDEN İNŞAASI KONUSUNDA UMUT OLMAYA DAVET EDİYORUZ

YSK'nın Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını açıklaması ile Anayasa'ya göre Başbakanlığı ve milletvekilliği düşen ve hukuken Cumhurbaşkanı olan (ama Anayasa'ya aykırı olarak fiilen Başbakanlığa devam eden) Sayın ERDOĞAN'ın 2014 Adli Yıl açılışında "Sayın Birlik Başkanımız FEYZİOĞLU'nun konuşması halinde gelmeyeceğini" belirten açıklamasına şaşırmadık. Demokrasiyi araç olarak görenlerden, kuvvetler ayrılığına ve dolayısıyla hukuk devleti ile yargı bağımsızlığına inanmayanlardan, yargıyı ayak bağı olarak görenlerden aksi bir anlayış beklenmesi mümkün değildir.

Sayın Cumhurbaşkanının bu açıklaması Yargıtay'a talimat verme niteliğindedir ve Anayasa'ya açıkça aykırıdır. Yargıtay Başkanının yapması gereken Anayasa'nın başlangıç bölümünde belirtilen kuvvetler ayrılığını, Anayasa'nın 2. maddesindeki Hukuk Devletini ve Anayasa'daki Yargı Bağımsızlığı ile ilgili maddeleri hatırlatarak kimsenin kendilerine emir ve talimat veremeyeceğini bu kapsamda TBB Başkanın Adli Yıl açılışında savunmanın en üst kurumunun başkanı olarak konuşacağını belirtmesiydi.

Buna rağmen Sayın Yargıtay Başkanının Sayın Cumhurbaşkanının talimat niteliğindeki bu açıklaması karşısında "konuyu görüşeceğiz ve bir karar vereceğiz" demesi hukuk adına hayret vericidir. Görüşülecek bir konu yoktur. Anayasa her şeyi anlatıyor.

Hiç umudumuz yok ama dileğimiz Yargıtay'ın yok olan Hukuk Devletinin yeniden inşaası konusunda Sayın Cumhurbaşkanına kuvvetler ayrılığını, hukuk devletini ve yargı bağımsızlığını hatırlatıp, kimsenin kendilerine emir ve talimat veremeyeceğini, telkinde bulanamayacağını da özellikle vurgulamalarıdır. Aksi takdirde fiilen olmayan yargı bağımsızlığı en üst düzeyde tescillenmiş olacaktır. Yargıtay bu tarihi sorumluğun altında kalmamalıdır.

Barolar halkın avukatıdır, avukatlar da yargının yurttaş adına görev yapan kurucu ve asli unsurudur, bu bağlamda avukatlar toplumsal savunmanın temsilcisidirler. TBB Başkanın konuşmasını engellemek avukatları görmezden gelmek dolaylı olarak aslında yurttaşları yok saymaktır. Sayın Yargıtay'ın her kararında Anayasa gereği "Türk Milleti adına" ibaresi geçer. Türk Milleti adına karar veren Yüksek Yargıtay'ın Türk Milletini oluşturan yurttaşlarımızın yok sayılmasına dolaylı olarak katkı vermeyeceğini düşünüyoruz. Aksi takdirde Yargıtay Sayın Cumhurbaşkanının talimatını yerine getirmiş olacaktır. 21.08.2014

Kamuoyuna saygılarımızla.

Av. Rıza ÖZTEKİN

ESKİŞEHİR BAROSU BAŞKANI