Basın Açıklaması

8392

BASIN AÇIKLAMASI

Evrensel ceza yargılaması ilkeleri bağlamında ve “suçsuzluk karinesi” uyarınca tutuklama, ceza niteliğinde olmayan, istisnai nitelikte olan, sadece “son çare” olarak başvurulabilen ve mutlak surette “makul sürede” sona erdirilmesi gereken bir tedbirdir. Bu niteliği göz önüne alındığında, “tutuklamada azami süre” kavramının, “mutlak olarak tüketilmesi gereken süre” olarak kabul edilmesi ve bu şekilde uygulanması hukuka ve adalet ilkesine uygun değildir.

Her ne kadar iç hukukumuzun bir parçası olan ve o nedenle uygulanması zorunlu bulunan AİHS’nin 5.maddesinde azami bir tutukluluk süresi öngörülmemiş ise de, sözleşmenin 5/3.maddesinde tutukluluk süresinin “makul süreyi aşmaması gerektiği” hususuna; “&S230; sanık makul bir sürede yargılanma veya yargılama sürerken salıverilme hakkına sahiptir. Salıverme, bu kimsenin duruşmada hazır bulunması için güvenceye bağlanabilir” denilmek suretiyle yer verilmiş,  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin emsal kararlarında da bu hükme işlerlik kazandırılmıştır.    

Yine bu husus, iç hukukumuzda “Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır …” hükmünü içeren Anayasa’mızın 19/8.maddesinde ifade edilmiştir.

Hal böyle iken 31 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe giren “tutuklulukta azami süre”ye ilişkin CMK.nun  102.maddesi ile yine “CMK.nun 252.maddesi kapsamındaki suçlarda tutuklukta azami süre” konusunda, kimi yerel mahkeme kararları ile Yargıtay 9.Ceza Dairesi’nin kamuoyuna dün açıklanan “tutuklamada azami süreyi, temel süre üzerinden değil de, uzatılan süreyi de temel süreye eklemek suretiyle belirlediği azami tutuklama süresine” ilişkin kararı ve yine bu kararlar referans gösterilmek suretiyle yapılan hukuki değerlendirmeler; ceza hukukunun evrensel ilkelerine, AİHS ile Anayasa’mızdaki düzenlemelere, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun amacına, temel hak ve özgürlüklerle ilgili yorumların dar kapsamlı ve kişiler aleyhine değil, geniş kapsamlı ve kişiler lehine yorumlanması  ve yine “Güvenlik Hakkı/ Adil Yargılanma Hakkı”nın bir güvencesi olarak önceki uygulamalardaki sakıncalar göz önüne alınarak tutukluluk süresine yasa ile getirilen bu sınırlamaların, yasanın amacı aşılarak ve hakkın özüne zarar verir biçimde yorumlanmaması gerektiği ilkesine açıkça aykırıdır.   

Bütün bu hususlar ile ceza mevzuatının yoruma kapalılığı ilkesi ve yine herkesin anlayabileceği açıklıkta olması gerektiği hususları göz önüne alınmak suretiyle CMK.nun 102 ve 252.maddelerinin Yüce Meclis tarafından ivedilikle ele alınarak yeniden düzenlenmesi gerekir.

Kamuoyunun bilgi ve takdirlerine saygı ile sunulur.

Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu