Sağduyu Çağrısı

7238

SAĞDUYU ÇAĞRISI:

YAŞADIĞIMIZ KAOSUN TEMEL NEDENİ
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ İLKESİNİN YOK SAYILMASIDIR

Dün dolaşıma çıkarılan ve yasa dışı ortam dinlemesi yöntemiyle kaydedildiği anlaşılan bant kaydı dökümü tarafımızca okunmuştur.
İlk tespit ve değerlendirmelerimiz şunlardır:

1- Toplantıda; Dışişleri Bakanı, MİT Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı ve Genelkurmay 2. Başkanının olduğu anlaşılmaktadır.

2- Toplantı, üst düzey bir güvenlik toplantısıdır. Ancak anlaşıldığı kadarıyla bir “karar” toplantısı değil, karar vereceklerin görüş oluşturmasına yönelik bir hazırlık toplantısıdır.

3- Toplantıda; sınırlarımızın güvenliği, yasadışı terör örgütlerinin sınırdan girerek Türkiye’de eylem yapacakları, buna karşı Suriye’ye askeri müdahalede bulunulması, Suriye’de yaşanan iç savaş, Suriye sınırları içinde yer alan ve Türkiye Cumhuriyeti toprağı olan Süleyman Şah Türbesine yönelik saldırı karşısında yapılabilecekler, Süleyman Şah Türbesine yönelik bir saldırının askeri müdahaleye uluslararası hukukta meşruiyet kazandıracağı, Suriye’den Türkiye’ye sızan teröristlerin Türkiye’de gerçekleştirecekleri eylemlerin böyle bir askeri müdahaleye meşruiyet sağlayıp sağlamayacağı konularının görüşüldüğü anlaşılmaktadır.

4- Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikasını, uluslararası hukuk açısından bugüne kadar en ağır şekilde eleştirdiğimiz ilgilenen herkesin malumlarıdır. Basın özgürlüğünün, düşünceyi açıklama özgürlüğünün, halkın haber alma hakkının, adil yargılanma hakkının ve bireylerin barışçıl- demokratik gösteri hakkının kısıtlanması sonucunda; Türkiye’nin dış politikasının kamuoyunun etkili ve sağlıklı denetimine tabi tutulamadığı ve bütün denet-denge mekanizmalarının aşındırıldığı, tarafımızca yıllardır ifade edilmektedir. Öte yandan sahteliği sabit olmuş delillerle Türk Ordusu’nun subaylarının tutuklanmasının ve mahkûm edilmesinin, dış politikamıza ve milli güvenliğimize ne kadar büyük bir darbe vurduğu da ortadadır. Söz konusu davaların gerçeğe ulaşmak gibi bir hedefinin olmadığı, bu sebeple adil yargılanma hakkının ısrarla ve taammüden ihlal edildiği, tarafımızca ilk günden itibaren her vesileyle, Milletimizin bilgisine sunulmuştur. Anılan davaların değerlendirilmesinin artık hukukçular tarafından değil, dış politika ve askeri strateji uzmanlarınca yapılması gerektiğine dair açıklamalarımızın ne kadar isabetli olduğu da bugün artık kesin bir şekilde ortaya çıkmıştır.

5- Konuşmaların içeriğinin devlet sırrı olduğu kuşkusuzdur. Yasadışı ortam dinlemesi sonucunda sır niteliği kalmamış olan bu konuşmalarda ifade edilen politikayı öncelikle yurttaş kimliğimizle kabul etmemiz mümkün olmadığı gibi, hukukçu kimliğimizle de karşı çıkmak görevimizdir. Bu yaşananlardan dolayı doğrudan doğruya sorumluluk ise Ortadoğu’da mezhepçi ve yayılmacı bir politika yürüttüğünün işaretlerini veren siyasi iktidara aittir.

6- Ne var ki bütün bu gerçekler, toplantının üst düzey bir güvenlik toplantısı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

7- Böyle bir toplantıda konuşulanların içeriği ve bu kadar gizli konuların ortam dinlemesi yoluyla kaydedilmesi
- Devlet kademelerindeki koordinasyon bozukluklarını,
- Güvenlik zaaflarını,
- Toplantıya katılan ve Türkiye’nin güvenliğinden sorumlu olan en üst düzey yöneticilerin, ne denli milli siyaset stratejisinden yoksun ve derinliksiz olduklarını ortaya koymaktadır.

8- Bu acıklı ve ibret verici tablo; her bakımdan Devlet katındaki yönetim anlayışının basiretsizliğinin ve acizliğinin açık bir göstergesidir.

9- Öte yandan seçimleri etkilemek amacıyla dolaşıma sunulan bu kaydın dışında, kaydı yapanların elinde milli güvenliğimize ve devletin bekasına ilişkin başka hangi kayıtların bulunduğunu tahmin edebilmek dahi mümkün değildir.

10- Aynı şekilde, kurgulanmış bir gerekçeyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kozmik odasına girildiğinde ele geçirilen son derece stratejik sırların nerelere servis edildiğini düşünmek bile hepimizi dehşete düşürmektedir.

11- Yarattıkları canavarın bugün hem kendilerini hem Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını tehdit etmeye başladığını görüp bundan pişmanlık duyduğunu ifade edenler, kuşkusuz, bu fiilleri işleyenler kadar sorumludur.

12- Nerelere servis edildiği bilinmeyen bu kayıtlar sebebiyle acaba yurttaşlarımızın ve güvenlik güçlerimizin hayatı tehlikeye düşürülmüş müdür? Bu sebeple şehitler verilmiş midir? Uçağımızın düşürülmesinin, helikopterlerimizin düşmesinin ve ASELSAN’da çalışan mühendislerimizin kuşkulu ölümlerinin bu dinlemelerle bağlantısı var mıdır? Bunun gibi onlarca hatta yüzlerce soru artık sorulmak zorundadır.

NETİCE

1- Ortam dinlemesi yoluyla devletin en mahrem toplantılarını kayda almak çok ağır bir suçtur.

2- Yasadışı dinlemelerin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kozmik odasına girilmesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasına ve Türk vatandaşlarının güvenliğine bugüne kadar hangi zararları verdiğini ve daha hangi zararları vereceğini tahmin etmek mümkün değildir. Üstelik bu kaydı dolaşıma sokanların elinde daha pek çok kayıt ve üst düzey stratejik öneme sahip devlet sırrının bulunması da mümkündür. Şu halde söz konusu kayıtların yapılmasını, “vicdanlı bir davranış” olarak nitelemek kabul edilemez.

3- Ortam dinlemesinde konuşulanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin ne kadar basiretsiz ve derinlikten yoksun bir stratejiyle yönetildiğini ortaya koymuştur. Bu hususun ortaya çıkması dahi büyük bir milli güvenlik zaafı yaratmaktadır.

4- Hiçbir devlet, böylesine basiretsiz, böylesine acz içine düşülerek yönetilemez. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti bu yaşananların hiçbirini hak etmemektedir.

5- Yaşadıklarımızı siyah ve beyaz olarak tasniflemeye çalışmak, yanlış (a) seçeneğinin tek alternatifinin yine yanlış olan (b) seçeneği olduğu şeklinde kısır bir döngüye kendimizi mahkûm etmek anlamına gelecektir.

6- Bu basiretsizliğin ve aczin karşısında çözüm, elbette halkın iletişim özgürlüğünü keyfi bir şekilde kısıtlamak, sosyal medya alanlarını kapatmak değildir.

7- Devletin üst düzey yöneticilerinin devlet sırrı teşkil eden konuşmalarını kimin kayda alıp dolaşıma çıkardığını bulmak görevi, yargıya aittir. Yöneticilerin basiretsizliğine bağlı olarak ortaya çıkan bu vahim milli güvenlik zaafı bahane edilerek iletişim özgürlüğünün kısıtlanması ise açık bir keyfiliktir.

8- Yıllardır dile getirdiğimiz üzere tek çözüm; hukukun üstünlüğünü egemen kılmak, demokrasiyi el birliğiyle yeniden inşa etmek, demokrasinin vazgeçilmezi olan denet-denge mekanizmalarını kurmak, hesap verebilir ve şeffaf bir yönetim anlayışını geçerli kılmaktır.

9- Bunun için ne kadar zor olursa olsun soğukkanlı düşünmemiz ve sırtımızı Milletimizden başka hiçbir güce yaslama kolaylığına kapılmamamız gereklidir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesini koşulsuz benimseyen ve savaşı, yurdun savunulması için zorunlu olmadıkça kesinlikle reddeden Türk Milleti’nin takdirlerine saygılarımla sunarım.

Av. Prof. Dr. Metin FEYZİOĞLU
Türkiye Barolar Birliği Başkanı