TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI AV. R. ERİNÇ SAĞKAN’IN 2025-2026 ADLİ YIL AÇILIŞ TÖRENİNDE YAPTIĞI KONUŞMANIN TAM METNİ

1744 kişi bu haberi görüntüledi.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Sizleri Türkiye Barolar Birliği adına saygıyla selamlıyor, Sayın Yargıtay Başkanımızın, yüksek yargı organlarının değerli üyelerinin; adaletin yükünü ülkenin dört bir yanında fedakârca taşıyan avukat, hâkim ve savcı meslektaşlarımın, alın teriyle yargıyı ayakta tutan adalet emekçilerinin ve adaletin asli sahibi olan yurttaşlarımızın yeni adli yılını kutluyorum.

Terörün ülkemiz gündeminden çıkartılması ve toplumsal bütünleşmenin sağlanması için çalışma yürütülmesini çok kıymetli bulduğumuzu ifade ederek sözlerime başlamak isterim. Bu vesileyle, birlik ve beraberliğimizin güvencesi olan şehitlerimizin aziz hatıraları ve gazilerimizin önünde saygıyla eğiliyorum. “Terörsüz Türkiye” süreci doğrultusunda Gazi Meclis çatısı altında oluşturulan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na TBB olarak görüş ve düşüncelerimizi iletme fırsatı bulduk. Toplumun tamamını kucaklayan, temel hak ve özgürlükler alanını genişleten ve demokrasiyi hukuk devleti tabanında güçlendirecek adımların öneminden bahsettik. Burada tekrara girmek istemiyorum. Türkiye Barolar Birliği olarak bugün milli birlik ve beraberliğin pekiştirilmesinin ön koşulunun anayasaya saygı ve anayasanın içerdiği asgari teminatların sağlanması olduğu düşüncesindeyiz. Zira anayasa hukukçusu Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in yıllar önce ifade ettiği üzere “en iyi anayasa, en iyi uygulanan anayasadır.”

Ülkemizin milli birlik ve kardeşliğin pekiştirilmesi için yürüttüğü çaba kadar İsrail’in Gazze’de insanlığa karşı işledikleri suça yönelik olarak Uluslararası Adalet Divanında açılan soykırım davasına müdahillik talebini de son derece yerinde buluyoruz. İsrail’in katliamlarının soykırımın özel kastını taşıdığına ilişkin somut delillerle birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesine bizzat başvuru yapan Türkiye Barolar Birliği olarak bu konuda her türlü hukuki desteği sunmaya hazır olduğumuzu ifade ediyoruz. Çünkü biz, bellekleri zayıf, vicdanları seçici olanların aksine “yurtta sulh cihanda sulh” diyen bir liderin izinde gidiyoruz ve işgal - tecrit politikalarının karşısında Filistin halkının yanında yer alıyoruz.

Bugüne kadar adli yıl açış törenlerini; adalet görevinin ifasında karşılaşılan meselelerin kökenine nüfuz edebilmek, düşünce ve çözüm önerilerimizi samimiyetle paylaşabilmek bağlamında, salt bir merasimden ziyade; anayasal devletin üç sacayağı olan yasama, yürütme ve yargı erklerinin bir arada bulunduğu, sorumlulukların teyit edildiği müşterek bir müzakere platformu olarak addettik. Türkiye Cumhuriyeti’nde, on yıllara yayılan ve ne yazık ki günümüzde artık kronik bir karakter arz eden sistematik sıkıntıları, defaatle ve ısrarla dile getirme gayretinde olduk. Bugün de adalet mekanizmasında yaşanan sorunları bir kez daha dile getirmenin mesuliyetini taşıyorum.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Bugün bizim de bir örneğinin içinde yaşamakta olduğumuz çağdaş anayasal demokrasiler, hayli dolambaçlı ve insanlık adına utanç verici gelişmelerin yaşandığı dönemlerden geçerek bugüne ulaştılar. İnsanlık, iki dünya savaşı arasında diktatörlüklerin ve totaliter rejimlerin yükselişte olduğu, anayasal demokrasinin temellerinin sarsıldığı bir dönem yaşadı. Bu siyasi krizden çıkışın anahtarı hukuk, hukuk devleti ve demokrasi oldu. Hukuk devleti, demokrasinin yeniden inşasının en önemli aracı ve zemini hâline geldi. Demokrasi ise hukuk devletini güçlendirdi.

Bu dönemin en önde gelen, kuramının yansımalarını bugün daha iyi gördüğümüz ve Birleşmiş Milletler Şartı’nın hazırlanmasında da büyük katkısı olan düşünürü, Avusturyalı Hukuk Felsefecisi Hans Kelsen, demokrasi ile hukuk devletinin birbirlerini tamamladığını en güçlü şekilde dile getiren isimlerden biri olmuştur. Ona göre hukuk devleti, devletin keyfî davranışını engeller, demokrasi ise hukuk yapma sürecinde halk iradesini yansıtır. Bu dengenin kalbinde ise bir hakem ve gözcü işlevi gören bağımsız yargı yer alır.

Bu nedenle, yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran, yargıçları baskı altına alan ya da mahkeme kararlarını uygulamayan bir yaklaşım, yalnızca hukuk devletini değil, demokrasinin varlık nedenini de ortadan kaldırır. Bu kapsamda yasama organında bulunması gerekirken cezaevinde bulunan Av. Can Atalay özelinde Anayasa Mahkemesi kararı uygulanmayarak ve yine tutukluluk tedbirinin “politik amaçlı” olduğu gerekçesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18’inci maddesi kapsamında ihlal tespiti yapılan bazı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının gerekleri yerine getirilmeyerek yaratılan hak ihlallerinin anayasal demokrasi anlayışına verdiği ağır zararın altını çizmek isterim.

Kelsen’in ifade ettiği üzere, hukukun üstünlüğü ile demokratik meşruiyet aynı zincirin halkalarıdır. Halk iradesi, ancak bağımsız mahkemelerce güvence altına alındığında anlamını korur. Aksi hâlde çoğunluk, keyfiliğin aracına dönüşür.

Bu hâliyle bakıldığında, monarşik dönemin iktidarını sınırlamak üzere ortaya konan kuvvetler ayrılığı ilkesinden bugünün demokratik hukuk devleti bakımından anlaşılması gereken, kuvvetlerin birbirlerinden tamamen izole bir şekilde ayrılması değil, birbirlerinin faaliyetlerini karşılıklı olarak denetlemeleri anlamında kuvvetlerin bölünmesidir. Bu aynı zamanda gerçek anlamda adalet, güçlü hukuk devleti ve eksiksiz demokrasi idealinin olmazsa olmazıdır.

Bu çerçevede bir değerlendirme yaptığımızda yönetim sistemimizde kuvvetlerin birbirlerini denetleme fonksiyonları bakımından sorun yaşandığını ve bu sorunun bazı hukuka aykırı uygulamalarla birlikte hukuk devleti ilkesi ve demokrasi bakımından son derece olumsuz bir tablo ortaya çıkarttığını ifade etmeliyim.

Bu kapsamda son dönem örneği olarak belirtecek olursak, bazı il ve ilçelerin seçilmiş belediye başkanları hakkında yürütülen soruşturmalardaki hukuka aykırı uygulamalar ve yine kayyım uygulamaları, sadece ilgililerin temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmekle sınırlı kalmamakta, aynı zamanda sahip oldukları halk iradesi temsili nedeniyle anayasal demokrasiye de ağır zarar vermektedir. Bu durum demokratik hukuk devleti ilkeleri açısından endişe veren bir tablo ortaya koymaktadır.

Burada altını çizerek ifade etmek isterim ki bir hukuk devletinde kimse hukukun üstünde olmadığı gibi layüsel de değildir. Ancak davet hâlinde geleceği bilinen kişilere gözaltı uygulaması yapılması, tutuklama tedbirinin istisna olmaktan çıkıp cezalandırmaya dönüşecek şekilde ölçüsüz uygulanması, masumiyet karinesini, lekelenmeme hakkını ve gizlilik ilkesini ihlal eden  görüntü ve bilgi paylaşımı, makul süre içerisinde iddianamelerin hazırlanmaması, ciddi sağlık sorunu bulunanlar bakımından adli kontrol hükümlerinin uygulanmaması gibi hukuka aykırı uygulamalar ceza adalet sistemine karşı derin ve yaygın bir güvensizlik oluşturmaktadır.

Bu süreçte, Avukat Mehmet Pehlivan’ın mesleki faaliyetleri nedeniyle soruşturmaya konu edilerek tutuklanması ise bağımsız savunmayı etkisiz kılma çabasının yanında savunma hakkının ve hâliyle adil yargılanma hakkının açık ihlalidir.  

Yurttaşların adalete ve demokratik kurumlara olan inancını aşındıran bu uygulamalar; hukuk devleti ilkesini temelden sarsmakta, anayasal sınırların belirsizleşmesine ve keyfî uygulamaların önünün açılmasına neden olmaktadır. Unutulmaması gerekir ki, Anayasa’nın 36’ncı maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesiyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, sadece şüpheli ya da sanığa değil, toplumun adalet duygusuna karşı da yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüktür.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Düşünce ve ifade özgürlüğü, hukuk devletinin de demokrasinin de olmazsa olmazıdır. Öyle ki “çekirdek haklar” olarak bilinen haklar arasında yer aldığı için, olağanüstü durumlarda diğer haklara ilişkin bazı yükümlülükler belirli koşullara bağlı olarak askıya alınabilirken, bu haklara ilişkin böyle bir tasarrufta bulunulamamaktadır.

Kuşkusuz, hukuk sistemimizde ifade özgürlüğünün hukuka uygun şekilde sınırlandırılması da bir “sınırlama rejimi” olarak düzenlenmiştir. Ancak bu kapsamda yürütülen bazı hukuki süreçlerdeki açık hukuka aykırılıklar yargıya güveni zedelemektedir.

Hukuk tarihimizde ilk defa yaptıkları bir açıklama nedeniyle bir baromuzun başkan ve yönetim kurulu üyelerinin görevlerinin sonlandırılmasına karar verildi, ceza davası ise devam etmekte. Bu ülkenin en köklü hukuk kurumlarından biri olan İstanbul Barosunun seçilmiş başkan ve yönetimine yargı eliyle yapılan müdahale, sadece İstanbul Barosu Genel Kurulunun meşru ve özgür iradesini hedef almamaktadır. Bu hukuka aykırı müdahale yargının kurucu unsurlarından olan savunma makamını hedef almış olup baroların ve avukatlık mesleğinin bağımsızlığı açısından son derece kaygı vericidir. Bu kaygıyı ağır şekilde hissetmemizin kaynağı ise yapılan müdahalenin nihayetinde yurttaşların hak arama hürriyetini tehdit etmesidir.

Bir siyasi parti genel başkanının yaptığı bazı paylaşımlardan dolayı Türk Ceza Kanununun 217’nci maddesi kapsamında yürütülen soruşturma ve açılan kamu davası sürecinde yaklaşık beş ay tutuklu olarak yargılanması, bazı gazeteciler hakkında yürütülen soruşturmalarda tutuklama ve adli kontrol hükümlerinin ölçüsüz şekilde uygulanması, yayın yapılan kanala erişim engeli getirilmesi, Anayasa’dan kaynaklanan demokratik haklarını kullanırken açılan soruşturmalar neticesi içlerinde öğrencilerin de olduğu yurttaşlarımızın tutuklanması gibi hak ihlallerine sebebiyet veren hukuka aykırı yargısal uygulamalar, düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında toplumun önemli bir kesimi üzerinde baskı ve kaygı yaratmakta,  hukuk güvenliğine olan talep her zamankinden fazla seslendirilmektedir. Anayasamız ile mevzuatımıza açıkça aykırı olarak verilen bu kararları “hâkimin takdir yetkisi” ya da “itiraz yolları olması” gibi gerekçelerle olağan karşılamak toplumun yargıya olan güvenini daha da zedeleyecektir. O nedenle yargı sistemimiz kendi iç denetim mekanizmalarını etkin şekilde harekete geçirmeli ve yurttaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin güvencesi olarak görecekleri bir yargı sistemini hep birlikte inşa etmeliyiz.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Savunma makamı güçlü olmadan bağımsız yargı, bağımsız yargı olmadan da gerçek bir hukuk devleti inşa etmek mümkün değildir. O nedenle altını sıklıkla çizdiğimiz meslek sorunlarımız aynı zamanda yurttaşların hak arama özgürlüğünü de olumsuz etkilemektedir.

Avukatlık mesleği bugün çok boyutlu bir krizle karşı karşıyadır. Ekonomik güvencesizlik, mesleğe yeni başlayan avukatların yoksulluk sınırının altında çalışmak zorunda kalmasıyla daha görünür hâle gelmektedir. Hukuk fakültesi sayısındaki kontrolsüz artış ve eğitim niteliğindeki gerileme, mesleğe hazırlık sürecini zayıflatmakta, staj dönemleri de çoğu zaman yeterli donanımı kazandırmadan tamamlanmaktadır. Geçtiğimiz dönemde Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı’nın hayata geçmesi, hukuk fakültelerinde ikinci öğretim programlarının kapatılması, adalet meslek yüksekokullarından dikey geçişin engellenmesi gibi olumlu adımlar atılmıştı. Bu politikanın bir devamı olarak 125 bin olan hukuk fakültesi başarı sıralaması 100 bine yükseltilmişti. Ne yazık ki, Danıştay verdiği yürütmeyi durdurma kararıyla bu göreli iyileştirmenin dahi uygulanamayacağı bir durum yaratmış oldu.

Bu soruna artık temelde bir çözüm bulunması gerekliliği açıktır. Israrla talep ettiğimiz üzere, başarı sıralamasının kademeli olarak yükseltilmesi, hukuk fakültesi sayısının bilimsel kriterlere göre sınırlandırılması gerekmektedir. Bu dönem kontenjanların azaltılmasını son derece olumlu bulmakla birlikte bu uygulama sadece devlet üniversitelerinde değil vakıf üniversitelerinde de hayata geçirilmeli, kontenjanlar belirlenirken bilimsel veriler ışığında yapılacak ihtiyaç analizleri esas alınmalıdır. Hukuk diplomasının itibarının yeniden tesis edilmesi, güvencesiz çalışma koşullarına karşı en etkili tedbirlerden biri olacaktır. Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde bu yönde hedeflerin belirlenmiş olmasını memnuniyetle karşılıyor, bu hedeflerin acilen hayata geçirilmesi için somut adımlar atılmasını bekliyoruz. Unutulmamalıdır ki; nitelikli hukuk eğitimi, nitelikli savunmanın; nitelikli savunma ise gerçek bir hukuk devletinin temel taşıdır.

Savunmanın yargı içindeki konumunun zayıflatılması, meslek itibarını doğrudan etkileyen bir başka sorundur. Buna ek olarak, başta kolluk birimlerinde olmak üzere birçok alanda avukatlara yönelen şiddet ve tehdit vakaları endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Zorunlu müdafi hizmetlerinde emeğin karşılığını bulmaması, kamusal avukatlık alanının da giderek değersizleştirildiğini göstermektedir. Avukatların emeklilik bakımından diğer yargı görevlileri ile arasındaki ağır eşitsizlik de dahil olmak üzere tüm bu yapısal sorunlar, mesleğin geleceğine ilişkin kaygıları derinleştirmektedir.

Birçok konuşmamızda mesleğimizin temel sorunları olarak ifade ettiğimiz;

  • Önleyici hukuk uygulamaları kapsamında hukuk fakültesi mezunlarının iş alanlarının geliştirilmesi,
  • Avukat stajyerlerine kamu destekli bir staj dönemi düzenlenmesi,
  • Kamu avukatlarının çalışma esaslarına ve özlük haklarına yönelik iyileştirmelerin yapılması,
  • Adalete erişimin kolaylaştırılması için avukatlık hizmetlerinden alınan verginin azaltılması, adli yardım ve zorunlu müdafi sistemlerinde ise tamamen kaldırılması,
  • Zorunlu müdafi ve vekillere yapılacak ödemenin verilen hizmetin niteliğine ve mesleğin onuruna uygun şekilde belirlenmesi,
  • Bağlı çalışan avukatlar için mesleğin niteliğine uygun bir ücret rejimi oluşturulması,

yönündeki taleplerimizin, bir taahhüt belgesi olan Yargı Reformu Strateji Belgesinde yer almasını son derece olumlu karşılıyoruz. Bu taahhütlerin uygulamaya geçmesi için bugüne kadar iyi bir iletişimle çalışmalarımızı yürüttüğümüz başta Adalet Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlara bütün kurumsal birikimimiz ile destek vermeye hazır olduğumuzu bir sefer daha ifade etmek isterim.

Yine bir önceki konuşmamda özellikle altını çizdiğimiz iki başlık olan yargılamaların makul sürede tamamlanması ve Kişisel Verileri Koruma Kanunu gerekçe gösterilerek artık mesleğimizi icra edilemez hâle getiren avukatın bilgi ve belge edinme hakkını tamamen yok eden uygulamaların önüne geçmek adına Adalet Bakanlığı nezdinde titiz bir çalışma yürütüldüğünü biliyoruz. Ayrıca geçtiğimiz dönem uzun yıllardır sorun olarak ifade ettiğimiz avukatların birikmiş adli yardım ödeneği sorunu çözülmüş ve yine vatandaşın adalete erişimi ve adil yargılanma hakkı çerçevesinde çok önem verdiğimiz uzlaştırma müessesesinin sadece hukuk fakültesi mezunları tarafından yapılması yönündeki düzenleme hayata geçirilmiştir. Bu önemli gelişmeler nedeniyle Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Adalet Bakanımıza ve emek veren tüm makamlara teşekkür ederiz.

Hepimizin kabul ettiği üzere hukuk, evrensel değerlerle beslenerek güç kazanır. Türkiye, Avrupa Konseyinin kurucu üyeleri arasında yer almış, insan haklarını temel alan birçok yapının oluşumunda aktif rol üstlenmiş, saygın ve köklü bir geleneği arkasına alan bir devlettir. Fakat bu tarihsel arka plana ve sorumluluğa rağmen hâlâ tarafı olmadığımız bazı sözleşmeler dikkat çekmektedir. Bu bakımdan öncelikle meslektaşlarımızın görevlerini baskıdan uzak biçimde yerine getirebilmeleri ve hukuk güvenliği bakımından Avukatlık Mesleğinin Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne taraf olunması gerekliliğinin kritik önemde olduğu düşüncesindeyiz.

Yine, Baroların ve avukatların bağımsızlığının anayasal teminata kavuşturulmasının, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yürütmenin etkisinden çıkartılarak tüm kararlarının yargı denetimine açılması, üyelerinin seçim yönteminin siyasetin etkisinden arındırılması ile hâkim-savcıların coğrafi teminatlarını net şekilde güvenceye alacak düzenlemelerin yapılmasının yargı bağımsızlığı ile tarafsızlığının sağlanması bakımından atılacak zaruri ve son derece önemli adımlar olarak demokratik hukuk devletimizin temellerini sağlamlaştıracağı inancındayız.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Etrafı kanlı savaşlarla çevrili bu güzel ülkeyi, iç çatışmalarla parçalanmış coğrafyalardan farklı kılan, Cumhuriyetimizin kurucu değerleri ve milletimizin demokratik, laik hukuk sistemi ile bir arada yaşama iradesidir. Bu değerler, ülke bütünlüğümüzün ve ortak geleceğimizin sigortasıdır.

Bize bu zorlu coğrafyada daha ileriye bakma cesaretini veren, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. “Adalet Mülkün Temelidir” ilkesiyle donattığı her mahkeme salonu, onun bu topraklara bıraktığı en değerli mirastır. Bu mirası taşımak, adaletin, barışın ve refahın teminatı olan Cumhuriyetimizin ilkelerini yaşatmak, adalet arayan her yurttaşın yanında olmak bizim sadece görevimiz değil, mecburiyetimizdir.

Bu mirası taşıyacak, hukukun üstünlüğüne ve meslek ilkelerine bağlı on binlerce hâkim, savcı ve avukatın varlığını bilmenin verdiği huzurla, yeni adli yılın tüm yargı mensupları, çalışanları, ve yurttaşlarımız için adil bir yıl olmasını diliyor, saygılarımı sunuyorum.

 

KİTAPÇIK FORMATI İÇİN TIKLAYINIZ

VİDEOYU GÖRÜNTÜLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ


Haber ile ilgili Görseller

Görüntüle
Görüntüle
Görüntüle
Görüntüle
Görüntüle